PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Arap Dünyası ve Demokrasi


Kalpsiz_
11-27-2007, 02:16
Arap Dünyası ve Demokrasi
Sedat Laçiner

Demokrasi ‘oyunu’nu her millet az buçuk öğrendi. Tam demokratik olamasalar da bir çok devlet seçim yapıyor, parlamento oluşturuyor, anayasal bir düzen kurmaya çalışıyor. Hindistan dünyanın en kalabalık demokrasisi. Kendine özgü de olsa İran’da dahi yönetimler seçimle geliyor, seçimle gidiyor. Malezya, Endonezya, Latin Amerika ülkeleri, Japonya, Güney Kore, Doğu Avrupa ve diğerleri. Arada sekteye de uğrasa, kendine özgü de olsa, insan hakları ve azınlıklar konusunda sorunları da bulunsa tüm dünya demokrasiye doğru ilerliyor. Bu ilerleyişte en geride kalan ise Arap dünyası oldu. Yeryüzünde 22 Arap devleti olmasına karşın, içlerinde ‘demokratik’ denebilecek bir tek ülke dahi yok. Bazısında seçim ve parlamento dahi lüks. Bazı Arap ülkelerinde kadınlar oy kullanamıyor, seçimlere katılamıyor. Irak’ın en demokratik, hatta tek demokratik ülke sayıldığı bir yerde gerisini siz düşünün.

Peki neden?

Neden Araplar demokrasiyi 'beceremiyorlar'?

Demokrasi genetik temelleri olan bir sistem mi?

Tarihsel gelişim mi buna izin vermiyor?

Yoksa başka nedenler mi var?

Şüphesiz nedenler çok çeşitli ve karşılaşılan sonuç onlarca, belki de yüzlerce nedenin bir bileşkesi. Fakat bu nedenler arasında ırksal veya dinsel açıklamaların başat olamayacağı açık. Çünkü başka ülkelerde yaşayan Araplar demokrasiyi gayet güzel öğreniyorlar ve Arap dünyasında ciddi bir demokratik muhalefet var. Muhalifler kendi ülkelerinde isteklerini dile getirmekte zorlansalar da Londra, Paris gibi diasporada ülkelerine karşı etkili bir muhalefet örneği sergiliyorlar. Aynı şekilde dinin de önemli bir neden olmadığı rahatlıkla söylenebilir. Aslına bakılacak olur ise demokrasiye uygunluk anlamında İslam dini hem Hristiyanlıktan, hem de Yahudilikten çok daha iyi bir zemin sunmaktadır. Kurallara uyma, adalet, azınlık hakları, seçim ve parlamento kavramları bu din için çok da uzak kavramlar değildir. Nitekim dini birbirinden çok farklı şekillerde anlayan Türkiye, İran, Endonezya gibi ülkelerde dahi demokrasinin sorunlu da olsa gelişiyor olması din unsurunun etkisinin abartıldığı düzeyde olmadığını gözler önüne sermektedir.

Arap dünyasında demokrasinin gelişmemesinin ilk en önemli nedeni olarak ‘olağandışı gelişmeler’ sayılabilir. Gerçekten, Arap dünyası Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşünden bu yana olağanüstü şartlarda yaşamak zorunda bırakılmıştır. İngilizler tarafından Osmanlı’dan koparılan, yönetimleri ve sınırları belirlenen bu sözde dünya, yüzyılın ortasına kadar kendisine gelememiştir. Bu tarihten sonra ise bu kez de Amerikan müdahaleleriyle karşı karşıya kalmıştır. Ne İngilizler, ne de Amerikalılar Arapların demokratikleşmesine izin vermişlerdir. Bu yönde bir çabaları olmadığı gibi, mevcut muhalifler de bizzat bu ülkelerce dolaylı veya doğrudan ezilmişlerdir. İngiliz ve Amerikalılar özellikle klasik Ortadoğu diyebileceğimiz Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, Suriye ve Mısır’ın başında aynı aileden kişilerin yönetici olmalarını arzu etmiş, krallıkları desteklemişlerdir. Milliyetçi ya da dini muhalefete şiddetle karşı çıkan hakim güçler böylece, muhalefetin yeşermesine de taş koymuşlardır. Çünkü demokrasinin bölgede gelişmesi bir yönüyle milliyetçi ve dini muhalefete bağlıdır. Batı Avrupa’nın aksine ekonomik muhalefetin zayıf olduğu üçüncü dünya ülkelerinde muhalefet milliyetçi ve dini söylemde gelişir. Hatta nispeten daha gelişmiş bir ekonomik yapısı olmasına karşın Polonya, Yunanistan, Ermenistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Rusya gibi devletlerde dahi Kilise’nin yeri yadsınarak siyasi gelişmeler anlaşılamaz. ABD ve İngiltere ise bölgedeki her türlü milliyetçi ve dini hareketlenmeyi sınırlandırmış, mevcut rejimlere ihbar etmiş, hatta bazen bizzat yok etmiştir. İran’da milliyetçiler Şah’a karşı ezilmiş, Mısır’da Süveyş Kanalı’nı millileştiren Nasır’ın başına gelmedik kalmamıştır. 20. yüzyıl boyunca nerede bir diktatör, nerede bir kral varsa, arkasında İngilizler ve Amerikalılar yer almıştır dense yeridir.

Demokrasinin gelişememesinin bir diğer nedeni ise ‘İsrail sorunu’dur. Yapay olarak Arap dünyasının kalbine yerleştirilen İsrail 1948’den bu yana Arap dünyasının ayrılmaz bir parçasıdır. Konu tüm Arapların üzerinde mutabık olduğu bir sorun gibi durmaktadır. Fakat sorun halkları mobilize etmekten çok, mevcut rejimlerin baskıcı yönlerini arttırmaya yaramaktadır. İsrail tehdidini gerekçe gösteren ülkeler uzunca bir süre silahlanmış, fakat silahlanma dışarıdan çok, içeride bir baskı mekanizmasına hizmet etmiştir. Dış tehdit sürekli bir olağanüstü hali getirmiş, sürekli gerginlik hali de içerideki baskıların azalmasını engellemiş, en azından bu yönde bir gerekçe olmuştur.

İsrail sorununun bir diğer etkisi ise Arap muhalifleri radikalleştirmesi, hatta teröristleştirmesidir. Mevcut durumda sonuç alınamadığını gören bir çok Arap silaha başvurmuş, ya da marjinal yönlere sapmıştır. Bu da sağlıklı bir muhalefetin gelişimini engellemiştir. Mevcut Arap rejimleri ise bir yandan bu radikalleri ortadan kaldırabilmek için uygun bir zemin bulmuşlardır, diğer taraftan da muhalifleri dışa yönlendirmeye çalışmışlardır. Bu bağlamda Filistin, Lübnan, Afganistan ve Çeçenistan Arap muhaliflerin enerjilerinin aktığı birer alan olmuş, böylece iç gerginlikler geçici de olsa azalmıştır. Fakat adı geçen ülkelere Arap muhaliflerin kayışı geçici bir ‘çözüm’dür. Hatta uzun dönemde sorun kartopu misali büyüyerek Arap dünyasına geri dönmüştür. El-Kaide ve benzeri örgütler Afganistan, Lübnan vd. deneyimlerin birer sonucudur. İleride görülecektir ki Irak da böyle bir etki oluşturmaktadır. Eğer önlem alınmaz ise Irak, Arap dünyasına Afganistan’dan çok daha yıkıcı etkilerde bulunacaktır.

Arap dünyasında demokrasi sorununun siyasi nedenleri daha da arttırılabilir. Liderlik problemi, iç nedenler vb. nedenler de sıralanabilir. Fakat bunların dışında demokrasinin altyapısının kurulaması en önemlilerindendir. Tıpkı bir binanın temeli gibi, demokrasinin de temeli oluşturulmalıdır. Bu temelde eğitim, gücün nispeten ölçülü dağılımı, en azından temel ilkelerde uzlaşı yeralır. Oysa ki Arap dünyası daha ilk şıkta, yani eğitimde başarısız olmuştur. Bir çok eski sömürge geçen süre içinde kaydadeğer bir yol almışken, Arap dünyası eğitimde dünyanın en başarısız ülkeleri arasındadır. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn, Katar, Kuveyt ve Ürdün gibi küçük ve etkisi sınırlı Arap ülkelerini saymaz iseniz Arap dünyasında okuma-yazma oranı içler acısıdır. Örneğin Mısır’da 2002 verilerine göre nüfusun sadece % 43.6’sı okur yazardır. Kadınlardaki eğitim sorununun çok daha fazla olduğu düşünülecek olur ise, Mısırlı kadınların neredeyse tamamının okur yazar olmadığı söylenebilir. Nüfusunun yarısının okur-yazar dahi olmadığı bir ülkede demokrasi gibi son derece karmaşık ve sabır isteyen bir sistemi yaşatmanın zorluğu ortadadır. Yemen gibi bir diğer önemli Arap ülkesinde okur-yazarlık oranı ise Osmanlı İmparatorluğu’nun neredeyse bir asır evvelki rakamlarından bir nebze daha iyicedir: % 28.5. Keza Fas’ta da oran % 40’ı geçmez: % 38.3. Arap dünyasında okur-yazarlık oranlarını gösteren tam liste şöyle sıralanıyor: (*)

BAE 80.7
Bahreyn 84.2
Cezayir 59.6
Cibuti -
Fas 38.3
Irak 39 (2000)
Katar 82.3
Kuveyt 81
Libya 70.7
Lübnan -
Mısır 43.6
Moritanya 31.3
Sudan 49.1
Suriye 74.2
Suudi Arabistan 69.5
Tunus 63.1
Umman 65.4
Ürdün 85.9
Yemen 28.5

İRAN 79
TÜRKİYE 88

(-) Bilgi Yok.

Bu listeye bakıp da ‘Arap dünyasına neden demokrasi gelmiyor?’ diye sormaktansa, ‘neden gelsin ki?’ demek daha doğru olur herhalde. Elbette demokratik eksikliğin tek nedeni eğitim değil. Başka nedenler de var ve biz bunlara ilerleyen günlerde fırsat buldukça değinmeye çalışacağız.

Hal böyleyken Bush Yönetimi’nin Irak’ı ve tüm bölgeyi demokratikleştirmek için şehirleri bombalaması, ana caddelerde tanklarla devriyeler gezdirmesi ne kadar samimi bulunabilir?


(*)UNICEF;Arab Human Development Report, 2004; ‘Arab Democracy, A Long Way to Go’, The Economist, April 9th 2005, s. 33.

Mayıs 2005