PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : ÖSS vasıtaları


ALONE53
06-14-2008, 11:49
[YORUM - NAZAN BEKİROĞLU] ÖSS vasıtaları


Başlangıçta hiç gelmeyecek gibidir ama beklenmediği kadar da çabuk gelmiştir. Şimdi, sahiplerinin bile unuttuğu bu hazin günde, sabahın bu kör saatinde, her tarafta sizsiniz. Değil mi ki yarınlar sizin. Her yıl haziran ayının 2. pazar günü, gün artık sizindir.





Aslında aylar öncesinden başlayan hikâye, zirvesini bir gün öncesinde bulur. Yarın öyle zor, öyle kavramsızdır ki, en hoşgörüsüz aileler bile "arefeyi" gönül huzuru ile armağan ederler bayramın seçilmiş kurbanlığına, kınalı kuzusuna. Yeni bir şeyler alabilirsiniz. İstediğiniz yere gidebilir, istediğiniz gibi giyinebilirsiniz. Hoşlanılmayan arkadaşlarınıza görünmeniz bile eğer size moral verecekse görmezden gelinebilir.

Bütün insanlara o son güne mahsus bir iyilik mi değmiştir? Herkesin size uzatacak bir eli, gösterecek bir şefkati bulunur. Rağbetler, dualar, temenniler. Nemli gözler, sonsuz iyi dilekler, tebessümler. Gücünün üstünde ve ümitsizce sınanana duyulan rikkat öyle sızmıştır ki yüreklere, bütün pastanecilerin bir son gün dileğini karşılarcasına sunacağı bir şekerlemesi daima vardır ve ruhunun bir köşesinden kopan merhametle hediyelerini döküp saçması işten bile değildir.

Şehir turu tamamlanır. Havanın nasıl olacağı, oturacağınız sıraya o saatlerde güneş vurup vurmayacağı hesaplanır. Önceden gidip görülmesi tavsiye olunan sınav binasının konumundan, penceresinden, sırasından, kat sayısından iyi manalar çıkarılır. En son da, sınav salonunun kara tahtasına en görünmez yazılarla bir uğur sözcüğü bırakılır: Ona baktıkça beni hatırla. Ve unutma, kazansan da kaybetsen de benim yavrumsun. Ama bu güvence bile damarda dörtnala yürüyen atlıları sakinleştirmeye yetmez.

Hele o gece. Evdeki bütün saatler, bir sesi, alarmı olan ne varsa, hepsi aynı vakte kurulur. Bütün ibreler aynı anı gösterir. Ya uyanamazsam? İyi de uyku mümkün müdür ki uyanması olsun? Oysa alt kat komşusu, üst kat komşusu her zamankinden daha dikkatlidir. Evdeki kedinin, yan dairedeki bebeğin bile sesi çıkmaz sabaha kadar. Ama bütün evren sizin iyi bir son gece uykusu çekmeniz için elbirliği etse de, gözünüze uyku girmez. Girse bile dinlendirici olamaz bu uyku, kanınıza işlemez bir türlü. Çünkü uyusanız bile uyanıksınızdır. Gecenin seslerini dinlerken dinlenmenin adı olmaz. Sabaha kadar hep o çocukluk masalı anlatılır. Ama tadı çoktan kaçmıştır.

Yastığınızın altında kırmızı pabuçlarınız olmasa da ne giyeceğiniz, günler öncesinden hazırlanmıştır. Ve bu hazırlıkta, yaş gereği bütün estetik dikkatler, huysuzluklar artık bir tarafa atılmış, sadece rahatlık esastır. Ve o kahvaltı ihtimamı! Oysa en fazla o sofrayı hazırlayanlar bilir, boğazınıza zorla akıtılmış bir bardak süt, ağzınıza çalınmış bir kaşık bal, ceplerinize doldurulmuş 3-5 şekerlemeyle bu sınavın kazanılmayacağını. Ama öyle bir gayretin dışında kalmak vicdan rahatsızlığı, gönül huzursuzluğu doğurur. Galiba bütün aile bu yüzden çoktan uyanıktır. Güzellik uykusuna düşkün ablalar da uykucu ağabeyler de ayaktadır. Açılır kapı. Açık havaya adım atılır.

Trafik şimdi sadece ÖSS adayları için ve 364 günde aktığından bambaşka bir istikamette dönmektedir. Bütün vasıtalar kentin çoktan numaralandırılmış sınav salonlarına doğru aksa da aslında tümü aynı yolcuyu aynı yere taşımaktadır: Aynı aday'ı aynı salona. Şayet bir toplu taşıma vasıtasında yol alıyorsanız, yaşlıların gençlere yer verdiği tek gündür bu gün. Mutlaka oturmanız sağlanır. Çünkü dermanınızın zorlandığı o kadar ortadadır.

Özel otomobillerin şoför mahallerinde de hep siz varsınız. Bir iltifat, bir avunmalık, güne özgü bir ayrıcalık. Başka zaman olsa ön koltuğu kimselere kaptırmayan küçük ve şımarık kardeşler arka koltuğa büzülmüşlerdir şimdi. Sesleri bile çıkmaz. Evin saygın yaşlısı, ya da huysuz ihtiyarı, şeref koltuğunu gönüllü terk etmiştir size. Hepsi size, anlayamadıkları ama çok ciddi bir şeyin olduğunun farkındadır. Siz kimsiniz sahi? Dizlerinizin üstünde hepsi de birbirinin aynı teçhizat: Yumuşak kalem. Yumuşak silgi! Nüfus Cüzdanı. ÖSS Giriş Belgesi. Bütün gecelerin uykusuna bedel uykusuz bir gecenin sabahında donuklaşmış bakışlarınızı taşıyan, birer düğme gibi açılmış gözleriniz ancak rengi kaçmış yüzünüz kadar ele verebilir sizi. Kimliğiniz, bu yüzden rahatlıkla okunabilir. Her ÖSS adayı bu sabah aynı yüze sahiptir. Bu sararmış yüze benzeyen tek yüz, al yürek ver yürek annelerin yüzündedir. Birazdan giyeceğiniz, öyle ateşten bir gömlektir ki onu sadece kendi sırtınızda taşıdığınızı sanmak da sizin yanılgınızdır aslında. Siz, işaret edilen seçenekten gayri çıkışı olmayan bir dairenin içinde döne dururken, bu can pazarında canını dişine takmanın tanıklığı ancak yatıştırılmış bir isyan cümlesinin kısık sesiyle dile getirilebilir. Ve "senin iyiliğin için", sığınılabilecek en makul cümle olarak programın mantığını kurar. Öyleyse "veliye" ancak yüreklendirmek düşer. Ama bu yolda yüreklendirmek çoğu kez, güç üzeri yüklenmek anlamına gelir. Üstelik bu yüreklendirmede ayarlar incelikten öylesine mahrumdur ki bir ucundan tutuşmuş, yanmaya kabiliyetli ham bir fitil kalbi paramparça ederken, her şey için için yakar bu serüvende. Dört bir yanı berhava etmenin adı bile edilmez.

Ama toprakta olanlar gövdeden taşarken, kimi gafletle kimi bilinçle, çok şey fark edilir. Altınla bakırı birbirinden ayıran mihenk taşının bir ucu fidanı kökten yok eden bir zihinsel budayışı, diğer ucu bir daha ayağa zor kalkılır bir yıkımı, diğer diğer ucu gardını çoktan almış bir hayata karşı gölgeden yumruklarla savaşmayı işaret eder. Ve bu işarette benimsemek reddetmekle, kabul etmek inkâr etmekle, gereksizlik bilinci mecburiyet estetiğiyle, çaresizlik hali katlanmak niyetiyle, isyan sindirilmişlikle yan yana durmaktadır. İşte bu yüzden en fazla da bu yüreklendirmedeki samimiyetine kendisi de inandığı için mazlum, kendisini de inandırdığı için mücrim olan veliler. Hiç bugünkü kadar savunmasız değildirler karşınızda. Silâhlarını hiç bu kadar indirmemişlerdir. Hepsi af dilerler aslında, namına af dilenecek kim varsa. Ama kendileri de işitmezler ki seslerini siz işitesiniz. Ezberlediğiniz onca formül, onca kural arasında siz, bir bunu bilmezsiniz. Gerçekliği kaçınılmaz ölümcül bir sınava gözünün nurunu "hazırlamanın", gereğine inanılmayan bir şeyin gerekliliğine onu inandırmanın ne biçimsiz bir iç ağırlığı doğurduğunu tahmin bile edemezsiniz.

Neticede.

ÖSS sabahı kavak yapraklarının gölgesi bile teni acıtır.

Siz içeride.

Onlar dışarıda.

An gelir: "Başla!"

Başlanır.

An gelir: "Kalemleri bırakın!"

Bırakılır.

Arada, her saniyesinin ekonomiyle kullanılması, iki katına çıkarılması için yöntemler geliştirilmiş olsa da ancak kendi hacmi kadar işleyen, pür-dikkatinizle kullandığınız, ömürden törpülenmiş bir zaman. Dışarıda arabaların sesi mi azalmış, klaksonlar iptal miymiş? Şehir 3 saat 15 dakika için bir ölüm uykusuna mı yatmış? Veya sokak satıcıları, duyarlı belediye reislerinin şehri donattığı pankartlardaki incelikli uyarılara riayet etmeden satışlarını mı sürdürüyorlarmış bağıra çağıra? Ya da sıraların arasında dolaşan bir gözetmenin incecik ökçe tıkırtıları bu kıyamet sessizliğini mi bölüyormuş?

Kıyamet gürültüsü sizin içinizde koparken, siz bir başlangıç ve bir bitiş arasına hapsedilmiş, ne'niz varsa o sıkışıklıkta gösterebilmek derdine düşmüşken, artık fark bile etmez. 3 saat 15 dakika. "Nasıl geçtiği" belli değildir. Bitti, dendiğinde bitmiştir artık. Geri dönüşü yoktur. Giriş kapısından gerisin geri çıkarken yorgun yüzünüzden okunan bilgi, hayatın sizi kendi gerçekliğiyle tartmış olduğu terazideki daranızdır. Bir benzeri belki çocukluktan çıkmayı hiç arzulamadan çocukluktan çıkmış olduğunuzu fark ettiğiniz o yakın mazinin omuzları üzerinde durmaktadır. Tarihi bir yıl önce atılmış yazılara mevzu olan papatya, kökü toprakta, yüzünü güneşe dönerken, siz örselenmişsinizdir. Gözden kaçmaz. Küçük sırtınızdan yanılsamalı bir dağ kalkmış olsa da yarattığı hasarın izi kolay unutulacak gibi değildir.

Ama çok daha ötesi. Artık biliriz ki:

Kader yazılmıştır.

İyi yazılar olsun.

Gelip geçmiştir.

Geçmişler olsun.

Ve bu son olsun.