PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Bireycil ve Toplumsal Anarşistler Arasındaki Ayrımlar Nelerdir ?


MetinCeylan
05-14-2008, 18:10
Her ne kadar bu iki kampta yer alan anarşistler diğer kampın önerilerinin bir çeşit devlet yaratılması ile sonuçlanacağını iddia etseler de, toplumsal ve bireysel anarşistler arasındaki farklılıklar çok büyük değildir. Her ikisi de devlet-karşıtı, otorite-karşıtı ve anti-kapitalist'dir. Temel farklılıklar iki yönlüdür.
Birincisi hemen, şu anda yapılması gereken eylem metodları hakkındadır (yani anarşinin ortaya çıkacağı tarz ile ilgili). Bireyciler, genellikle eğitim ve alternatif kurumların --yardımlaşma bankaları, birlikler, komünler gibi-- oluşturulmasına öncelik verirler. Genellikle grev ve diğer şiddet-dışı toplumsal protesto biçimlerini desteklerler (kira grevleri, vergilerin ödenmemesi vb.). Onlar bu tip faaliyetlerin mevcut toplumu giderek hükümetsizliğe, ve böylece de anarşist bir topluma doğru geliştireceğini iddia ederler. Asıl olarak devrimci değil, evrimcidirler ve toplumsal anarşistlerin devrimci durumlar yaratmak için doğrudan eylem kullanılması metodunu onaylamazlar. Onlara göre devrim kapitalist mülkiyete el koymayı, yani otoriter araçların kullanılmasını gerektirdiği için anarşist ilkelerle çelişir. Bunun yerine servetin, mülkiyetin yeni ve alternatif bir ekonomik sistemin araçları kullanılarak (yardımlaşma bankaları ve kooperatifler çerçevesinde temellendirilen) ortadan kaldırıldığı bir topluma ulaşmayı hedeflerler. El koyma ile değil, reform aracılığı ile sağlanan anarşizmle böylece genel "toplumsal tasfiye"[ing. liquidation] kolayca gerçekleştirilebilir.
Toplumsal anarşistlerin çoğu eğitimin ve (liberter birlikler gibi) alternatifler yaratılmasının gerekliliğini kabul ederler, ama bunların kendi başlarına yeterli olmadığına inanmaktadırlar. Her ne kadar kapitalizmin içinde, toplumsal mücadelelerle gerçekleştirilecek reformların liberter eğilimleri arttırmasının önemini gözardı etmeseler de, kapitalizmin parça parça reforme edilerek anarşizme dönüştürülebileceğini de düşünmemektedirler. Aynı zamanda otoriteyi (ister devlet olsun, isterse kapitalist) yıkmanın otoriterce olmadığından hareketle, devrimin anarşist ilkelerle çatışma içinde olduğunu da düşünmezler. Yani toplumsal devrim ile kapitalist sınıfın tasfiye edilmesi ve devletin yıkılması; doğası itibari ile büyük bir çoğunluğu yöneten ve sömürenlere karşı yürütüldüğü için otoriter değil, liberter bir harekettir. Kısacası toplumsal bir devrimle kapitalist sistemi yıkmayı çabalarken, sistemin içinde liberter eğilimleri güçlendirmeye çalışan toplumsal anarşistler, genellikle evrimci ve devrimcilerdir. Ama bazı toplumsal anarşistlerin tamamen evrimci olmasından anlaşılacağı üzere, bu farklılık toplumsal anarşistleri bireycilerden ayıran en önemli farklılık değildir.
İkinci temel ayrım noktası ise önerilen anarşist ekonominin biçimi hakkındadır. Bireyciler toplumsal anarşistlerin ihtiyaç-temelli sisteminin yerine, dağıtımın piyasa-temelinde yapıldığı bir sistemi tercih ederler. Her ikisi de mevcut kapitalist mülkiyet sisteminin ortadan kaldırılması gerektiği konusunda hemfikirdirler, ve kullanım hakları mülkiyet haklarının yerini almalıdır (rantın, faizin ve kârın ortadan kaldırılması; ya da bireysel anarşistlerin bu kutsal olmayan üçlemeyi adlandırırken tercih ettikleri isimle "usury"). Öz olarak, her iki akım da Proudhon'un klasik çalışması Mülkiyet Nedir ?'in görüşlerini takip ederek, özgür toplumda kontrol'ün [ing. possession] mülkiyetin yerini alması gerektiğini savunurlar (anarşistlerin mülkiyet hakkındaki görüşlerinin bir tartışmaları için Kısım B.3'e bakınız).
Fakat bu kullanım-hakları anayapısı içinde anarşizmin iki okulu farklı sistemler önerirler. Toplumsal anarşistler komünal (ya da toplumsal) sahiplik ve kullanımı savunurlar. Bu kullandığınız şeylerin yaratılmasında kullanılanlar hariç, kullandığınız şeyler için kişisel sahipliliğin hala var olduğu, ancak üretim ve dağıtım araçlarında toplumsal sahipliliğin olduğu bir sistemi ifade eder ("kolunuzdaki saat sizindir, ama saat fabrikası insanlara aittir", Alexander Berkman, Anarşizmin ABC'si, s. 68). Berkman "güncel kullanımın sadece bir tanımlama olduğunu --sahiplilik değil ama kontrol için" olduğunu, ve "örneğin, kömür işçileri kömür ocaklarının başında olacaklardır; ama sahibi olarak değil de işleten bir mümessil olarak . . . Topluluğun faydasına işbirliği ile idare edilen kolektif sahiplik, kâr güdüsü ile beslenen özel kişisel mülkiyetin yerini alacaktır" (aynı yer (a.y.), s. 69). Bu sistem işçilerin kendi kendilerini yönetmesi ve (pekçok toplumsal anarşistin kabullendiği üzere) emeğin ürününün serbest paylaşımı ilkelerine dayanır (yani paranın olmadığı bir ekonomik sistem). Karşılıkçılar [ing. mutualists] gibi bazı toplumsal anarşistler ise, bu tip bir hürriyetçi (ya da özgür) komünizm sisteminin karşısındadırlar, fakat genel olarak toplumsal anarşistlerin çoğunluğunun paranın kullanımının sona ermesi ve böylece alım-satımın ortadan kalkması konusunda hemfikir olduğunu söyleyebiliriz.
Bunun tersine bireyci anarşistler, bu kullanım-hakları sisteminin işçilerin emeğinin ürününü de içermesini kabul etmezler. Toplumsal sahipliliğin yerine bireyci anarşistler, işçilerin kendi üretim araçlarına sahip olacağı ve emeklerinin ürününü diğer işçilerle serbestçe değişebilecekleri, daha piyasa temelli bir sistem önerirler. Kapitalizmin gerçekte serbest piyasa olmadığını iddia ederler. Aksine, kapitalistler ekonomik ve toplumsal güç yaratmak, ve sonra da onu (diğer bir deyişle emekçi sınıfı için piyasa disiplinini, yönetici sınıf için ise devlet yardımını) korumak için, devlet aracılığıyla adeta [piyasayı] zincire vurmuşlardır. İşte bu devlet tekellerini (para, toprak, dış ticaret tarifeleri ve patentler) yaratmıştır, ve kapitalist mülkiyet ilişkilerinin devletçe uygulanması ekonomik eşitsizlik ve sömürünün kaynağıdır. Hükümetin ortadan kaldırılması ile gerçek serbest rekabetin oluşacağını, bunun da kapitalizmin ve kapitalist sömürünün sonunun gelmesini sağlayacağını savunurlar (bu argümanın mükemmel bir özeti için bakınız, Benjamin Tucker'ın Devlet Sosyalizmi ve Anarşizm).
Bireyci anarşistler (toprak hariç) üretim araçlarının bireysel emeğin ürünü olduğunu öne sürerek, bu nedenle insanların eğer isterlerse kullandıkları üretim araçlarını satabileceklerini savunurlar. Ama kapitalist anlamdaki mülkiyet haklarını redderek, onun yerine "ikamet [ing. occupancy] ve kullanım" sistemini desteklerler. Eğer üretim araçları, örneğin toprak kullanılmıyorsa yeniden ortak mülkiyete dönüştürülür ve diğerlerinin kullanımına sunulur. Onlara göre bu sistem --bunu karşılıkçılık olarak adlandırırlar-- üretimin işçiler tarafından kontrolünü sağlayacak, ve kapitalist sömürü ile tefeciliği sona erdirecektir.
Bu ikinci ayrım en önemli olanıdır. Bireyciler, bir topluluğa katılmaya zorlanmaktan ve böylece özgürlüğünden (diğerleri ile serbest olarak değişim özgürlüğü dahil olmak üzere) yoksun bırakılmaktan çekinirler. Max Stirner bu durumu iyi saptamıştır; "Komünizm, tüm kişisel mülkiyeti ortadan kaldırarak, genellik ya da kolektivite adı altında beni bir başkasına daha fazla bağımlı hale getirir... (bu da) benim serbest hareketimi sınırlayan, üzerimde bir hakim gücün oluşması durumudur. Komünizm doğru bir şekilde bireysel sahiplerden çektiğim baskıya karşı isyan eder; ama bundan daha korkunç olanı ise kolektivitenin ellerine verdiği güçtür" (Biricik ve Kendisi, s. 257). Benzer şekilde Proudhon komünizmde komünün sahip haline geldiğini, ve bu nedenle kapitalizm ile komünizmin her ikisinin de mülkiyete ve otoriteye dayandığını söyleyerek, komünizme karşı durur (Mülkiyet Nedir ? adlı kitabının"Komünizmin özellikleri ve mülkiyet" adlı kısmına bakınız). Bu nedenle bireysel anarşistler, komünizmin bireyi toplum veya komüne tabi kıldığı noktasından hareketle, toplumsal sahipliğin bireysel özgürlükler için tehdit oluşturduğunu ifade ederler. Yine bireysel ahlâk gözönüne alındığında, "toplum"un işçiye ne üretmesi ve emeğinin ürününden ne alması gerektiğini söylediği noktada da toplumsallaşmanın emeğin kontrolünü fiili olarak imkansız kılacağından çekinirler. Gerçekte, komünizmin (ve genelde toplumsal sahipliğin) patronların otoritesi ve sömürüsü yerine, "toplum" tarafından yapılanı koyması nedeni ile kapitalizme benzer olacağını söylerler.
Her ne kadar söylemeye gerek olmasa da, toplumsal anarşistler bu görüşleri kabul etmezler. Stirner ve Proudhon'un yorumlarının doğru olduğunu, ancak bunların sadece otoriter komünizm hakkında geçerli olduğunu söylerler. Kropotkin'in söylediği gibi, "1848 ve öncesinde, [komünizmin] teorisi, Proudhon'un onun özgürlük üstündeki etkileri hakkındaki güvensizliğini tamamen haklı çıkaracak şekilde şekillenmişti. Eski Komünizm fikri, yaşlıların ya da bilim adamlarının katı kurallarla rahipleri yönlendirdiği ruhban komünlerinin bir düşüncesiydi. Eğer insanlık böyle bir komünizme doğru yönelseydi, özgürlüğün ve bireysel enerjinin son kırıntıları da yok edilmiş olacaktı" (Kendiniz İçin Davranın, s. 98). Kropotkin her zaman komünist-anarşizmin yeni bir gelişme olduğunu ve bu nedenle de 1870'lerden kalma Proudhon ve Stirner tarafından yapılan uyarıların buna karşı söylenmiş kabul edilemeyeceğini savundu.
Bireyin topluma tabi olacağı fikrinin aksine toplumsal anarşistler komünal sahipliğin, her ne biçimde olursa olsun mülkiyet sahibinin gücünü ortadan kaldırarak, yaşamın tüm yönlerinde bireysel özgürlüğü korumak için gerekli çerçeveyi oluşturacağını savunurlar. Buna ek olarak, tüm bireysel "mülkiyet"in yokedilmesi görüşünün aksine, komünist anarşistler bireysel sahipliğin ve bireysel alanın öneminin farkındadırlar. Bu nedenle Kropotkin komünizmin, "hep aynı evin içinde yaşamayı gerektiren ...ve bu nedenle de hep aynı erkek ve kız kardeşlerle birarada olmayı zorunlu kılan ... bir aile modeli içinde tüm toplumu yönetme arzusunun, ... her bireye olabildiğince özgürlük ve ev hayatı sağlamayı garantilemeyi denemenin aksine, bu şekildeki 'büyük aile'yi dayatmasının en büyük hatası" olduğunu söyler (Küçük Topluluk Deneyimleri ve Neden Başarısız Oldular, s. 8-9). Anarşist-komünist hareketin amacı, yine Kropotkin'den alıntılarsak, "toplanmış ya da üretilmiş olan ürünün herkesin kullanımına [sunulması], kendi evinde nasıl arzularsa öyle tüketmesi serbestliğini tanıyacak şekilde" olmasını sağlamaktır (Anarşizmin Sosyalist Düşüncenin Evrimindeki Yeri, s. 7). Bu, bireysel zevk ve arzuların, --toplumsal anarşistlerin işçilerin kendi-yönetiminin yılmaz destekçesi oldukları noktasında, hem üretimde hem de tüketimde-- yani bireyselliğin ifade edilmesini sağlayacaktır.
Bu nedenle Bireyci Anarşistlerin komünizme karşı çıkmaları, devlet ya da otoriter komünizme karşı çıkma bağlamında geçerli olsa da, komünist-anarşizmin temel doğasını ihmal etmektedir. Komünist anarşistler bireyselliği komünlükle değiştirmezler, sadece komünü bireyselliği savunmakta kullanırlar. Bireyci Anarşistlerin çekindiği toplumun bireyi kontrol etmesinin aksine, toplumsal anarşizm bireyselliğe ve bireyselliğin ifade edilmesinin önemini vurgularlar:
"Anarşist Komünisler tüm zaferlerin en değerlisini --bireysel özgürlük-- savunurken, onu genişleterek ve politik özgürlüğün olmazsa olmaz koşulu olan güçlü temeline --ekonomik özgürlük-- oturturlar; tanrıyı, evrensel tiranı, kral tanrıyı ve meclis tanrısını reddetmiş olan bireylerden, kendisini aslen bahsedilenlerden daha korkunç olan bir tanrıya --Toplum tanrısı-- tabi kılmasını, ya da kendi bağımsızlığından, iradesinden, zevklerinden değişerek vazgeçmesini ve daha önce çarmıha gerilmiş tanrısına yaptığı asketizm01 yakarmalarını tekrarlamasını istemez. Aksine, ona 'hiçbir toplum, birey özgür olmadıkça özgür olamaz' denildi! ..." (a.y., s. 14-15).
Buna ek olarak toplumsal anarşistler her zaman gönüllü kolektifleştirmenin gerekliliğinin farkındadırlar. Eğer insanlar kendi başlarına çalışmak isterlerse bu sorun yaratmaz (Kropotkin'in Ekmeğin Fethi, s. 61 ve Kendiniz İçin Davranın, s. 104-105'e bakabilirisiniz; ayrıca Malatesta'nın Yaşamı ve Düşünceleri, s.99 ve a.103'e de bakılabilir). Bunun yanısıra toplumsal anarşistler için birlik [ing. association], ancak onu oluşturan insanların faydasına varolabilir; bunun anlamı [birliğin] insanların ortak ihtiyaçlarını karşılamak için yardımlaşmalarının bir aracı [olduğudur]. Bu nedenle tüm anarşistler, anarşist toplumun temeli olarak serbest anlaşmalarının önemine dikkat çekerler. Yani tüm anarşistler Bakunin'in şu sözlerine katılmaktadırlar:
"Özgür toplumda, kolektivizm yukardan dikte edilerek değil, aşağıdan gelen kendiliğinden oluşmuş hareketlerin olayları dayatması ile gerçekleşebilir" (Anarşizm Üstüne Bakunin, s. 200).
Eğer bireyciler kendileri için çalışmayı ve malları diğerleriyle değiştirmeyi arzularlarsa, toplumsal anarşistlerin buna hiç bir itirazı olmaz. Dolayısıyla bizim yorumumuz bu iki anarşizm biçiminin tamamen birbirini dışlamadığıdır. Bireyci Anarşistler komünal birlikleri de içeren bir yapı içinde, bireylerin kendi sahipliliklerini kendilerine uyan şekilde toplamalarına izin verirken; toplumsal anarşistler bireyin komün'e katılmama hakkının varlığını desteklerler. Ama eğer serbestlik adı altında birey başkalarını sömürmek için mülkiyet hakları talebinde bulunursa, toplumsal anarşistler "özgürlük" adı altında devletçiliği yeniden yaratma çabalarının karşısında durmakta gecikmezler. Anarşistler yönetici olma "serbestliği"ni kabullenmezler. Luigi Galleani'nin sözleriyle:
"Bazılarının anarşizmin rahat örtüsü altında hükmetme fikrini öne çıkarmaları eğilimi daha az karmaşık değildir. ... Hükmetmenin habercileri, bunu kendi egoları adına pratik bireyselliklerinde aklamaktadırlar; ancak diğerlerinin boyun eğen, çekilmiş ve silik egoları üstünde" (Anarşizmin Sonu Mu ?, s. 40).
Bunun da ötesinde toplumsal anarşistler için üretim araçlarının satılabilmesi fikri anarşist toplumda özel mülkiyetin tekrar inşa edilebileceğini anlamına gelir. Eğer "başarısız" rekabetçiler işsizliğe itilirse ve hayatta kalabilmek için "başarılı" olanlara emeklerini satmak zorunda kalırlarsa; bu, otoriter toplumsal ilişkilerin canlanması ve çoğunluğun azınlık tarafından "serbest sözleşmeler [anlaşmalar]" yolu ile tahakküm altına alınması sonuçlarını doğuracaktır. Bu tip sözleşmelerin (ve buna benzer diğer başkalarının) zorla uygulanması, tüm olasılıklar dahilinde " 'savunma' başlığı altında devletin tüm fonksiyonlarının tekrar vücuda getirilmesi için yolu ... açar" (Peter Kropotkin, Kropotkin'in Devrimci Broşürleri, s. 297).
Liberalizm ve serbest piyasa fikirlerinden en çok etkilenen, etkili anarşistlerden birisi olan Benjamin Tucker da tüm soyut bireycilik okullarının karşılaştığı sorunlarla --özellikle de "hürriyet"in bir ifadesi olarak otoriter toplumsal ilişkilerin kabul edilmesiyle-- yüz yüze geldi. Bunun nedeni ise mülkiyetin devlete olan benzerliğidir. Tucker'a göre devlet iki şeyle nitelendirilebilir; saldırganlık ve "verili bir alanda ve onun dahilinde, kendine tabii olanların daha yetkin bir şekilde bastırılması ve [etkin olduğu alanın] sınırlarınının daha da genişletilmesi amaçları için, otoritenin amirliğinin uygulanması" (Kitap Yerine, s. 22). Öte yandan patron ve toprak sahibi de belli bir alanda (ilgili mülkiyet) ve onun dahilinde (işçiler ve kiracı köylüler) otoriteye sahiptir. İlki diğerinin eylemlerini, nasıl ki devlet yurttaşlarını ya da [kendine] tabi olanlarınkini yapıyorsa, kontrol eder. Diğer bir deyişle aynı kaynaktan gelmeleri açısından (belli bir alanda güce ve onu kullanma tekeline sahip olma), bireysel mülkiyet devlet tarafında yaratılan toplumsal ilişkileri aynen yeniden üretir.
Toplumsal anarşistler, Bireyci Anarşistlerin kabul ettiği bireysel mülkiyet ve bireysel özgürlükler kavramlarının, kökeninde otoriter/devletçi doğaya sahip ve bu nedenle de bireysel özgürlüklerin reddedilmesi sonucunu doğuracak bir toplumsal ilişkiler yapısı oluşturacağını iddia ederler. Malatesta "bireycilerin özgürlüğün soyut kavramına aşırı önem vererek; gerçek, elle tutulur özgürlüğün ancak dayanışma ve gönüllü işbirliğinin sonucu olacağını anlamakta başarısız kaldıklarını ya da yetersiz olduklarını" (Anarşist Devrim, s. 16) söyler. Böylece, örneğin nasıl yurttaşlık yurtttaşı devlete karşı konumlandırıyorsa, ücretli emek de emeği patronla aynı tip bir ilişki içinde konumlandırır; yani tahakküm ve tabi olma ilişkileri. Aynı şey kiracı köylü ve toprak sahibi arasında da geçerlidir.
Bu tip bir toplumsal ilişki devletin diğer unsurlarını üretmekten öte bir şey yapamaz. Albert Meltzer'in dikkat çektiği gibi bu ancak ve ancak devletçi yansımalara yol açabilir, çünkü "Benjamin Tucker'ın okulu --bireysellik adına-- işverenlerin 'özgürlüğü'nü garanti altına almak için grevlere müdahale edecek olan bir polis gücünün gerekliliğini savundu. Bireyciler adı altında kabul edilen bu okulun tümü polis gücünün gerekliliğini ve böylece hükümeti, hem de anarşizmin ana tanımı hükümetsizliği kabul ederler" (Anarşizm: Lehine ve Aksine Argümanlar, s. 8). İşte kısmen bu nedenledir ki, toplumsal anarşistler bireysel hürriyeti korumak için en iyi araç olan toplumsal mülkiyeti savunurlar.
Bireyci mülkiyetin kabul edildiği durumda, bu sorunun üstesinden ancak (Tucker'in ekonomik fikirlerinin kaynağı olan) Proudhon'un birden çok işçi gerektiren durumlarda, işyerini çalıştırmak için önerdiği kooperatifler kurulması ile gelinebilir. Bu, doğal olarak toprak ile ilgili olarak toprak sahipliği kurumunu ortadan kaldıracak "işgal [kullanmak için ikamet etme anlamında] ve kullanma" haklarının desteklenmesini gerektirir. Ancak kaynağı kullananlar ona sahip olursa bireysel mülkiyet hiyerarşik (devletçilik/kapitalizm gibi) bir otoriteye yol açmaz. Bu çözüm, Kısım G de tartışacağımız üzere, Bireyci Anarşistlerce de kabul edilmiş gözüküyor. Örneğin Josep Labadie'yi oğluna yazdığı mektupta, ücretli emekten ve "diğerlerinin tahakkümünden" bir an önce uzaklaşması çağrısı yaparken buluyoruz (Carlotta Abderson tarafından alıntılanmış, Tamamen Amerikalı Bir Anarşist, s. 222). Yine Wm. Garry Kline, ABD'li anarşistlerin "servet açısında dikkate değer farklılıklar olmayan, büyük ölçüde kendi işine sahip insanların toplumunu arzuladığına değinir (Bireysel Anarşist, s. 104). Bu kendi işine sahip [olan] bireyler[den oluşan] toplumu görüşüdür ki, onların ülkülerinin gerçek anlamda anarşist olmasını temin eder.
Bunun da ötesinde bireyci anarşistler "tefeciliğe"[ing. usury] saldırırken, piyasalara girmeye engel teşkil eden ve bu nedenle tefeciliği bir başka biçimde yeniden oluşturan sermaye birikimi sorununu gözardı ederler (bunun için Kısım C.4, "Neden piyasa büyük firmaların hakimiyetinde" ye bakınız). Böylece Tucker ve diğer Bireyci Anarşistlerin taraftarlığını yaptığı bankalardaki "serbest piyasa" uygulaması, kooperatif yatırımın yerine kapitalistlerin ekonomik çıkarlarını gözeten, az sayıda bankanın hakim hale geleceği bir sonuç ortaya çıkarabilir (bu biçimin kooperatiflerden daha yüksek getiri sağlayacağı gözönüne alınırsa). Bu soruna tek çözüm Proudhon'un önerdiği gibi bankalarda toplumun sahipliğini ve yönetimini sağlamak olacaktır.
Kapitalist ekonomi içindeki bu gelişme bilindiği için toplumsal anarşistler; toplumsallaşmış, merkezi mekanizmalardan arındırılmış, serbest ve kooperatif emekçe üretimin yapıldığı bir sistem lehine bireysel anarşistlerin görüşlerini kabul etmezler (Bireyci anarşistler hakkındaki tartışma için Kısım G - "Bireyci anarşizm kapitalist midir?"e bakınız).