PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Anarko-Feminizm Nedir ?


MetinCeylan
05-14-2008, 18:08
Her ne kadar otoritenin tüm biçimlerine ve devlete karşı çıkma 19. yüzyıl ilk feministleri arasında güçlü bir sese yol açmışsa da, 1960'larda başlayan, daha yenice olan feminist hareket anarşist pratik üzerinde şekillenmiştir. İşte burada, faaliyet içinde bulundukları daha geniş feminist ve anarşist hareketler içinde onlara ilkelerini hatırlatmak için ortaya çıkan kadın anarşistleri ifade eden anarko-feminizm ortaya çıkmıştır.
Anarşizm ve feminizm her zaman birbirine oldukça yakın bağlantılar içinde olmuşlardır. Pekçok önde gelen feminist --hareketin lideri olan Mary Wollstonecraftt (Kadın Haklarının Korunması'nın yazarı), Komüncü Louise Michel, Voltairine de Cleyre ve kadınların özgürleşmesinin yılmaz şampiyonu Emma Goldman (örneğin onun ünlü makaleleri, "The Traffic in Women", "Woman Suffrage", "The Tragedy of Woman's Emancipation", "Marriage and Love" ve "Victims of Morality"e bakınız) dahil olmak üzere-- aynı zamanda da anarşistti. En eski anarşist gazetelerden birisi olan Freedom 1886'da Charlotte Wilson tarafından kurulmuştu. Bunların yanısıra, (Proudhon hariç) önde gelen anarşistlerin hepsi kadınların eşit olmasını desteklemişlerdir. İspanyol devrimi sırasında İspanya'da ortaya çıkan "Özgür Kadınlar" hareketi, temel özgürlüklerini korumak ve kadınların özgür ve eşit olacağı toplumu yaratmak için kendiliğinden organize olan anarşist kadınların klasik bir örneğidir (bu önemli organizasyon hakkında daha ayrıntılı bilgi için Marta Ackelsberg'in İspanya'nın Özgür Kadınları adlı çalışmasına bakınız).
Anarşizm ve feminizm oldukça ortak olan bir tarihe sahiptirler; ve yine bireysel özgürlük, dişil cinsten üyeleri için eşitlik ve saygıya olan ilgi ortaktır (ama aşağıda daha ayrıntılarıyla açıklayacağımız gibi, anarşistler güncel/liberal feminizmi yeteri kadar ileri gitmemeleri noktasında eleştirir). Bu nedenle, 1960'ların yeni feminizm dalgasının kendisini anarşist anlamda ifade etmesi ve Emma Goldman gibi anarşist şahsiyetlerden esinlenmesi şaşırtıcı olmamaktadır. Cathy Levine'ın belirttiği gibi, bu dönem boyunca "bağımsız kadın grupları, eril solun yapısı, liderleri ve diğer yükümlülüleri olmadan faaliyet göstermeye başladılar; bağımsız ve eşanlı olarak yılların ve bölgelerin anarşist organizasyonlarına benzer organizasyonlar yaratmaya başladılar. Bunların hiçbirisi de birer kaza ile olmuş değildirler" (Anarşi: Resimli Rehber adlı eserde, Clifford Harper tarafından yapılan alıntı, s.182).
Bu bir kaza değildir, çünkü feminist araştırmacıların da belirttiği üzere, Neolitik dönemin sonlarında başladığı düşünülen ataerkilliğin ve tahakküm ideolojilerinin yükselmesiyle ortaya çıkan hiyerarşik toplumun ilk kurbanları arasında kadınlar yer alırlar. Marily French (İktidarın Ötesinde'de), insan ırkının ilk önemli toplumsal katmanlaşmasının, kadının etkin olarak "daha düşük" ve "daha aşağı" bir toplumsal sınıf haline sokulduğu, erkeğin kadına hakim hale geldiği zaman oluştuğunu öne sürer.
Peggy Kornegger, anarşizm ile feminizm arasında, hem teoride hem de pratikte varolan güçlü bağlantılara dikkat çeker. "Radikal feminist bakış açısı neredeyse tamamı ile saf anarşizmdir" diye yazar. "Ana teorik çekirdek, ailenin tüm otoriter sistemlerin temelini oluşturduğunu öne sürer. Babadan öğretmene, patrona ve tanrıya kadar kimden olursa olsun, bir çocuğun öğrendiği ders, Otoritenin bilinmeyen büyük sesine itaat etmektir. Çocukluktan erişkinliğe terfi etmekse, hiçbir sorgulama yetisi olmayan ve hatta açıkça düşünemeyen tam anlamı ile bir robot olmak demektir" (a.y.). Benzer şekilde, Zero Collectives, Anarko-feminizmin "feminizmin anarşizminin farkına varılması ve bilinçli olarak onun geliştirilmesinde varolduğunu" (The Raven, no. 21, s. 6) savunur.
Anarko-feminizm tahakküm, sömürü, saldırganlık, rekabetçilik, duyarsızlaşma gibi otoriter nitelik ve değerlerin hiyerarşik uygarlıklarda yüce olarak değerlendirildiğine, ve geleneksel olarak "eril" olarak değinildiklerine dikkat çekerler. Bunun aksine, işbirliği, paylaşma, duyarlılık, yakınlık gibi otorite-karşıtı nitelik ve değerler ise geleneksel olarak "dişil"dirler ve aşağı değerde görülürler. Feminist araştırmacılar bu olgunun izlerini, erken Bronz Çağı'ndan önce varolan "dişil" niteliklerin ve değerlerin süregeldiği ve saygı gördüğü işbirliği temelinde varolan "organik" toplumların fethedilerek, [yerlerine] ataerkil toplumların serpilmesine kadar sürerler. Bu fethi takiben, bu gibi değerler giderek --özellikle erkekler için, erkekler tahakküm ve sömürünün yapılmasından sorumlu olma durumunda bulundukları için-- aşağılık olarak kabul edilmeye başlandılar (örneğin Riane Eisler'in Kadeh ve Bıçak Ağzı ve Elise Boulding'in Tarihin Dip Tarafı adlı eserlerinde). Böylece, Anarko-feminizm "toplumun dişilleştirilmesini", yani işbirliğine, paylaşıma, karşılıklılığa vb. dayanan otoriter olmayan bir anarşist toplumun yaratılmasını temsil eder.
Anarko-feministler, kendinden-yönetim ve merkezsizleşmenin her ikisi birden olmadan toplumun "dişilleştirilmesine" erişilemeyeceğine dikkat çekerler. Bunun nedeni ise alt etmek istedikleri ataerkil değer ve geleneklerin hiyerarşiler içinde barındırılması ve yeniden üretilmesidir. Böylece feminizm merkezsizleşmeyi, ve sonuçta da kendinden-yönetimi ima eder. Hiyerarşik yapıları ve rekabetçi karar almanın biçimlerini ortadan kaldıran kolektif feminist örgüt biçimlerinin deneyimlerinden görüldüğü üzere, pekçok feminist bunun farkındadır. Bazı feministler ise doğrudan demokratik örgütlerin özellikle dişi siyaset biçimleri olduğunu öne sürerler (buna örnek olarak Nancy Hartsock'un, Zeila Eisenstein'ın editörlüğünü yaptığı Kapitalist Ataerkillik ve Sosyalist Feminizm'in Meselesi adlı kitaptaki "Feminist Kuram ve Devrimci Stratejinin Gelişimi"adlı yazıya bakınız, s. 56-77). Tüm anarşistler gibi, anarko-feministler de kendini-özgürleştirmenin [ing. self-liberation] kadınların eşitliği, ve böylece de özgürlüğü için anahtar olduğunu kabul ederler. Emma Goldman şöyle der:
"Onun [kadının] gelişmesi, onun özgürlüğü, onun bağımsızlığı kendinden ve kendisi aracılığı ile olmalıdır. İlk önce, kendisini bir seks ****sı olarak değil, bir şahsiyet olarak değerlendirmesi ile. İkinci olarak, herhangi birisinin kendi vücudu üzerinde hak iddia etmesini reddederek; istemedikçe çocuk doğurmayı reddederek, Tanrı'ya, Devlet'e, topluma, kocaya, aileye vb. hizmetçi olmayı reddederek; yaşamını daha basit, ama daha derin ve zengin yaparak. Yani, yaşamın anlam ve özünü tüm karmaşıklığı ile anlamaya çalışarak; kendisini toplumun değer yargılarının ve sınırlamalarının korkusundan özgürleştirerek" (Anarşizm ve Diğer Makaleler, s. 211).
Anarko-feminizm, feminizmi hem sağdan hem de soldan kaynaklanan otoriter ideolojilerin etkilerinden ve hakimiyet kurmasından kurtarmaya çalışır. Bu doğrultuda, hiyerarşik ve merkezi organizasyonlar ile yine daha çok kadın patronlar, siyasetçiler ve askerler olmasını eşitliğe doğru bir adım olarak algılanması aldanışını yaratan, "resmi" feminist hareket tarafından el üstünde tutulan kitlesel reformcu kampanyalar yerine; anarko-feminizm, doğrudan eylem ve kendinden-yardım [ing. self-help] ilkelerini öne çıkarır. Anarko-feministler, kapitalist şirketlerde kadınların yönetici olabilmek için öğrenmeleri gereken, güya "yönetim bilimi" diye adlandırılan şeyin, aslında şirket hiyerarşsinde ücretli işçinin kontrolü ve sömürüsü tekniklerinin bir paketi olduğunu belirtirler; öte yandan toplumun "dişilleştirilmesini için" ise, ücretli-köleliğin ve yönetimsel tahakkümün toptan ortadan kaldırılması gerektiğini belirtirler. Anarko-feministler nasıl etkin bir sömürücü ya da bastırıcı olunacağının eşitliğe giden bir patika olmadığının farkındadırlar (Özgür Kadınlar'in bir üyesinin belirttiği gibi, "(b)iz feminist hiyerarşiyi erkeklerinkinin yerine geçirmek istemiyoruz" (Martha A. Ackelsberg'in İspanya'nın Özgür Kadınları adlı eserindeki alıntısı, s. 2) --ataerkillik ve hiyerarşi konusu hakkında daha ayrıntılı bir tartışma için Kısım B.1.4'e bakınız).
Böylece, anarşizmin --kadınların özgürleşmesi ve eşitliğini desteklerken-- liberal (ya da güncelde hakim olan) feminizme geleneksel düşmanlığı anlaşılabilir. Federeica Montseny (İspanyol Anarşist hareketinin önde gelen bir ismi) bu tip feminizmin kadınların eşitliğini savunurken, mevcut olan kurumlara bir tehlike oluşturmadığını belirtir. Ona göre (günümüzün hakim) feminizminin "tek tutkusu, mevcut ayrıcalıklar sistemine katılılabilmek için belirli bir sınıfa dahil kadınlara daha fazla fırsat verilmesidir" ve eğer bu kurumlar "erkekler onun avantajlarından faydalanırken adil değilse, kadınlar da onun avantajlarından faydalandığında yine adil olmayacaktır." (Martha A. Ackelsberg'in İspanya'nın Özgür Kadınları adlı eserindeki alıntısı, s. 90-91, s. 91).
Böylece, Martha A. Ackelsberg'in belirttiği gibi, tarihsel anarşist harekette, liberal/güncelde hakim feminizmin hep "cinsiyet mücadelesinin sınıf mücadelesinden veya bir bütün olarak anarşist projeden soyutlanamayacağı noktasında, kadınların özgürlüğüne kavuşması için bir strateji olarak, ancak çok sınırlı bir anlamda hedefe sahip olduğu" (a.y., s. 91) belirtilir. Bu geleneği sürdürerek anarko-feminizm, sadece ataerkil değil tüm hiyerarşi biçimlerinin yanlış olduğunu belirtir; ve eğer feminizmin tüm arzusu yanlızca kadına --aynen erkeğin olduğu gibi-- patron olma şansını elde etme imkanı yaratmaksa, o zaman feminizm kendi idealleri ile çelişkiye düşmektedir.
Bu nedenle anarko-feministler, tüm anarşistler gibi özgürlüğün reddi demek olan kapitalizme karşı çıkarlar. Kadını özgürleştireceği iddia edilen "eşit fırsat" kapitalizmi ideali, böyle bir sistemde hala çalışan kadınların (kadın ya da erkek olsun) patronları tarafından baskı altında tutulacağı gerçeğini gözardı eder. Anarko-feministler için kadınların özgürleşmesi mücadelesi hiyerarşiye karşı mücadeleden soyutlanamaz, L. Susan Brown'un ifadesi ile;
"Anarşist-feminizm, feminist kaygılara uygulanan anarşist duyarlılığın bir ifadesi olarak, bireyi başlangıç noktası olarak ele alır, ve tahakküm ile tabi olma ilişkilerine karşı çıkmada, hem erkekler hem de kadınlar için bireysel varlıksal özgürlüğü koruyacak, araçsal olmayan ekonomik biçimleri ele alır" (Bireycilik Politikası, s. 144).
Anarko-feminizm, hiyerarşik uygarlıkların otoriter değerlerinde, ekolojik krizlerin kaynaklarını anlamamızda önemli katkılarda bulunabilir. Örneğin bazı feminist araştırmacılar, doğaya hakimiyet kurulmasıyla tarih boyunca doğa ile birlikte tanımlanan kadına hakimiyet kurulması arasında bir paralellik olduğuna dikkat çekmektedirler (örneğin bakınız, Carline Merchant'ın eseri, Doğa'nın Ölümü, 1980). Hem kadın hem de doğa otoriter kişiliği karakterize eden kontrol etme tutkusunun birer kurbanıdırlar. Bu nedenle giderek artan sayıda radikal ekolojist ve feminist, amaçlarının gerçekleştirebilmesi için hiyerarşilerin parçalanması gerektiğinin farkına varmaktadırlar.
Bunlara ek olarak, anarko-feminizm kadınlarla erkekleri birbirine eşit tutarken, onların farklılıklarına da saygı göstermenin önemini bize hatırlatır. Diğer bir deyişle, çeşitliliği fark etmek ve ona saygı göstermek hem erkek hem de kadın için geçerlidir. Pekçok erkek anarşist sıklıkla (teoride) cinsiyetçiliğe karşı oldukları için pratikte de cinsiyetçi olmadıklarına inanır. Böyle bir varsayım yanlıştır. Anarko-feminizm, teori ve pratikte tutarlılık sorununu toplumsal aktivizmin önüne getirir, ve sadece dışsal değil aynı zamanda da içsel kısıtlarla çarpışmamız gerektiğini bize hatırlatır.