PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Akıl ve mantık yerine ‘öfke’yle belirlenen politikaların sonucu...


nehir
05-07-2008, 15:12
Akıl ve mantık yerine ‘öfke’yle belirlenen politikaların sonucu...
Akıl ve mantık yerine ‘öfke’yle belirlenen politikaların sonucu... 04/05/2008


Milliyet’in 2 Mayıs günkü manşeti tek kelimelik bir sorudan ibaretti: ‘Neden?’
Bence, bu, son 1 Mayıs’la ilgili tüm olayların özetiydi.
Neden?..
Evet, 12 buçuk milyon nüfuslu bir dünya şehrinin bir bölümünü savaş alanına çevirip, öteki bölümündeki insanları evinden çıkamaz hale getirmenin, akla-mantığa uygun bir nedeni olmalı?.. O neden ne?
Bunun ‘millete de, devlete de’ çok büyük zarar verdiği meydanda... Toplumsal zarar, ekonomik zarar, siyasal zarar, diplomatik zarar, turistik zarar, imaj zararı...
Hükümetin bütün bu zararları göze alırken, hesap ettiği bir şey olmalı... O zararlara karşı teraziye konulduğunda daha ağır basacağı görülen bir kazanç olmalı...
Nedir o kazanç?..
Basına yansıyan -yarısı açık, yarısı imalı ve esrarlı- açıklamalara göre, 1 Mayıs günü provokatörlerin harekete geçeceğine dair duyumlar varmış... Ayrıca bazı PKK sitelerinde de ‘Taksim’in işgali’nden söz ediliyormuş... Yani, sendikalara 1 Mayıs’ı kutlamak için Taksim Meydanı açılırsa, büyük olaylar çıkabilirmiş.
Kazanç, o ‘büyük olaylar’ın önlenmesiymiş...
***
Peki, o ‘büyük olayları’ önlemek için kullanılan şiddetin ve dehşetin sonucu olan olaylar ‘küçük olaylar’ mıdır?..
İnsanları, sendika ve parti merkezlerinde kuşatma altına alıp, içerdekileri gaz bombası yağmuruna tutmak...
Bombaları, sadece oralarda da değil, hastane önlerinde bile patlatmak...
‘Orantılı müdahale’ adı altında, yoldan geçen turistler dahil, ‘direnmek’le hiç ilgisi olmayan insanları, copla, sopayla, tekmeyle, yumrukla dövmek...
Yere düşenleri postalla ezmek...
Bunlar ‘küçük’ olaylar mı?..
-”Efendim, yaptıklarını görüyorsunuz. Aralarında polisin üstüne kaldırım taşı atanlar var... Polis copuna karşı sopa kullananlar var. Tabii, polis de etten kemikten insan. Bu tahrikler sonunda bazı olumsuzluklar da yaşandı. Ama işte, provokatörlerin yapmak istediği şeyler önlendi...”
Polisin de etten kemikten insan olduğu, elbette bir gerçek... Düzensiz gösterilerde, kalabalığın arasına giren -ve bazısı da tahrikçilik için giren- kimselerin polise karşı taş ve sopa kullanabildikleri de bir gerçek...
Ama ‘toplumsal olaylar’la ilgili önlemlerde, o gerçekleri gözönünde tutmak, o önlemlerin alınmasını emredenlerle birlikte, o emri uygulayanların görevi... Yani Başbakan’ın, İçişleri Bakanı’nın, ilgili emniyet müdürlerinin, amirlerinin ve şeflerinin... Atmak istedikleri adımın risklerini de düşünecekler. Planlarını, kadrolarını, donanımlarını ona göre belirleyecekler... Emirlerindeki polislerin, tahriklere rağmen, ‘orantısız güç’ ve ‘sebepsiz güç’ kullanarak yasaları ihlâl etmelerine meydan vermeyecekler...
Yoksa, birileri, aklına gelen her şeyi, ‘emir’ haline getirip söylesin, ötekiler bunu, öncesini sonrasını düşünmeden uygulasın...
Sonra da, işler karışınca, gelsin ‘Polis de etten kemikten insandır. Tahrike kapılır’ mazereti...
Böyle bir rahatlık ve sorumsuzluk, hangi ‘hukuk devleti’nde vardır?..
***
Ayrıca, 1 Mayıs’ta olan-bitenlerden sonra, ‘provokatörlerin yapmak istediğini önledik’ tesellisine ne demeli?..
1 Mayıs 2008 gününde Türkiye’ye ‘kötülük’ etmeyi amaçlayan ‘provokatörler’, acaba başka ne isteyebilirlerdi de, bu önlenmiş oldu.
İktidarın ‘Taksim’de olmaz’ inadı aşılabilse, daha doğrusu, iktidar ‘kendi inadını aşabilse’ydi ve sendikalar 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlayabilseydi, bundan daha kötüsü mü olacaktı?
Geçen yazıda belirttik, 1 Mayıs 1977’deki faciadan alınan derslerden sonraki 1 Mayıs 1978’de -gene Taksim’de- düzenlenen etkinlikte, ilk örneği görüldü.
Böyle hallerde ‘provokasyon’ ihtimaline karşı en etkili önlemlerin alınmasına, artık herkesten önce sendikalar dikkat ediyor. Kendi içlerinden belirledikleri görevlilerin düzenlemesiyle, saflarının arasına sadece şüpheli gördükleri kimseleri değil, başka yasal dernekleri, kuruluşları da sokmuyorlar...
Gerekçeleri de haklıdır. Derler ki:
“Bu toplantıyı düzenleyen biziz. Topluma vereceğimiz mesajı biz veririz. Buna başka mesajların karışmasını istemeyiz. Siz de buradan gidin. Ne söyleyecekseniz, kendi toplantınızda söyleyin.”
Böylece, daha pek çok örneği görülmüştür, bu gibi toplantılarda, polisin toplantı yerine girişlerdeki normal arama-tarama faaliyetine, sendikacıların önlemleri de eklenince, ‘olay çıkarmak’ isteyenlerin, bunu başarmaları ihtimali azalır...
Kaldı ki, 1 Mayıs günü binası basılıp gaz bombardımanına uğratılan DİSK dahil, tüm sendikaların, 1 Mayıs’tan önceki günlerde, o ihtimali önlemekte ne kadar kararlı oldukları belliydi.
Hükümet razı olsa da Taksim’de düzenli bir şekilde toplanabilselerdi, kürsüden verecekleri mesajları da hazırdı. DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, bunu, gaz bombalarıyla tahrip edilmiş binasında Derya Sazak’a açıkladı. Türk sendikalcılığının, sendikalar gibi, partilerin de kapatılmadığı ‘tam demokratik bir Türkiye’ istediğini vurgulayacakmış...
Çelebi ve arkadaşları bu isteği orada ilan etseler, bu demokrasi adına, ‘terör’e karşı da bir cevap oluşturmaz mıydı?
***
Peki, Türkiye’de ‘provokasyon’ ve ‘terör’ ihtimalini, ne yaparsanız yapın tamamen ortadan kaldırmak mümkün mü?
Çağımızda artık onu kimse söyleyemiyor. Başta terör olmak üzere her türlü kötü olay, dünyamızın her köşesinde boy gösterebiliyor.
Ancak o ihtimal tamamen ortadan kaldırılamıyor diye, hiçbir ciddi demokratik devlet, düşünce özgürlüğünün?en önemli unsurlarından biri olan toplantı ve gösteri özgürlüğüne, bizdeki gibi sınırlamalar koymaya kalkmıyor.
Çünkü bunun sonu yok. Diyelim ki, ‘provokatör’lerin bugün Taksim’de olay çıkaracağı ‘duyum’u alınmış... Kapattın orayı her türlü toplantıya. Yarın ‘Kadıköy Meydanı’nda olay çıkaracakları ‘duyum’unu alırsan, ne yapacaksın?.. Orayı da mı kapatacaksın?..
Öbür gün ‘Çağlayan Meydanı’, daha öbür gün ‘Kazlıçeşme Meydanı’...
O ‘duyum’un kaynakları, her adını andıkları yerin ‘kapatma’ konusu olduğunu görürlerse, İstanbul şehrinde toplantı yapılacak meydan bırakmazlar...
***
Özetle: Ne 1 Mayıs 2008 günü İstanbullulara yaşatılan olayların akla-mantığa yakın bir ‘neden’ini bulmak mümkündür, ne de o 1 Mayıs 2008 gününden önce, başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere, iktidar yetkililerinin bu konuyla ilgili politikalarının...
O politikalar ancak, akıl ve mantık dışı etkenlerle izah edilebilir. ‘Öfke’ gibi, ‘hınç’ gibi, ‘inat’ gibi, ‘tahammülsüzlük’ gibi psikolojik etkenlerle...
Tabii, bunlar, insanların çok büyük kısmında az veya çok var olan duygular... Ama demokratik bir ülkenin siyasetinde önemli görevler üstlenmiş olan insanların, bu duygularını, akıllarını?kullanarak frenlemeleri gerekir.
Yoksa, o duyguların etkisi altındaki halleriyle ‘demokrat’ sayılmaları da mümkün olmaz.
Ve Milliyet’in 2 Mayıs günkü manşetindeki ‘Neden?’ sorusunun cevabı, Radikal’in aynı günkü manşetindeki gibi olur:
“AKP’nin demokratlığı buraya kadarmış...”

altan öymen radikalgs:gs: