PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : zekatın günümüzdeki yeri ve önemi


Kalpsiz_
05-20-2014, 14:27
zekatın günümüzdeki yeri ve önemi

Yüce dinimiz İslam insanlık dinidir. İnsanın dünya ve ahiret mutluluğunu hedef alır. Koymuş olduğu ilkelerde insanlar için mutlak bir fayda vardır. O ilkelerden birisi İslam’ın 5 temel esasından biri olan zekât müessesesidir.

Zekât’ın esprisinde yardımlaşma ve dayanışma vardır. İslam dini kadar hiçbir din, yardımlaşmaya önem vermemiştir. Bu konuda Cenab-ı Hak şöyle buyurur: “İyilik ve takvada yardımlaşınız. Günahta ve düşmanlıkta yardımlaşmayınız.” (1)

Sevgili Peygamberimiz de : “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır.” (2) Buyurarak dinimizin karşılıklı yardımlaşmaya, maddi ve manevi dayanışmaya verdiği önemi dile getirmektedir. Yardımlaşmayı ve gerçek dayanışmayı, içtimai bir yardımlaşma sistemi olan zekât ibadetinde görüyoruz.

Çünkü:
Zekât, bir malın belirli bir kısmını muayyen bir zaman sonra, zekat almaya hak kazanmış Müslümanlara Allah rızası için tamamen vermek demektir. Hicretin ikinci yılında farz kılınan mali bir ibadet olan zekât mali varlığımızın, maddi nimetlerin şükrüdür.

Zekât, malın korunmasını, koruma altına alınmasını, temin eden manevi bir sigorta demektir. Nitekim sevgili peygamberimiz bu konuda şöyle buyurmaktadır: “Mallarınızı zekâtla muhafaza altına alınız. Hastalıklarınızı sadaka ile tedavi ediniz. Bela dalgalarını dua ve tazarru ile karşılayınız.” (3)

Bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi, mal zekât vermekle eksilmemekte bilakis koruma altına alınmaktadır. Hatta bereketlenmekte, artmaktadır. Kur’an-ı Kerim’de de bu gerçek şöyle ifade edilmektedir. “Kim bir hayır ve hasenat işlerse, Allah ona on katını ihsan eder.”(4) Buda bize gösteriyor ki, Allah rızası için fakirlere verilen zekât karşılığında on misliyle mükâfat veriliyor. Müslüman’ın malına, parasına bereketler geliyor. Buğday tanesinin toprağa atıldığında yedi başak, her başakta yüz tanenin meydana gelerek yedi yüz buğday tanesinin oluştuğu gibi, verilen zekât ve sadakanın da yedi yüz misliyle katlanarak geri döneceği yine Cenab-ı Hak tarafından müjdeleniyor. Bunun için diyoruz ki; “ Servetin artmasını, malın korunmasını temin edecek en önemli müessese zekat müessesesidir.”

Zekât müessesesinin çalıştırıldığı bir toplumda, hırsızlık, dolandırıcılık, yağmacılık gibi olaylara rastlanmayacak, zenginin malında fakirin gözü olmayacaktır. Yoksulluk oranı azalacaktır. Zenginle fakir arasında uçurum kalkacaktır. Dilencilik kalmayacaktır. Zira;

Zekât, toplumdaki bükük boyunları, mahzun kalpleri, mahrum gönülleri tedavi eden manevi bir ilaçtır.

Zekât, sahibini cimrilikten kurtaran, cömertlik duygularını kamçılayan, dindeki ihlas ve samimiyetini ortaya koyan hakikat aynasıdır.

Zekât, müminler arasında kardeşliği pekiştiren, zenginle fakiri yaklaştıran, toplum bireylerini kaynaştıran, maddi ihtiraslardan koruyan, ilahi rahmete vesile kılan büyük bir ibadettir.

Zekât veren kimse, imanın tadını tadar. Hakikatine erer. Taklidi imandan kurtulup gerçek imanı elde eder.


Zekât veren bir mümin Allah’ın rızasını, Resülullah’ın sevgi ve şefkatini kazanır.

Zekât veren kimsenin kalbi huzurlu, gönlü sürurlu olur.

Zekât veren bir Müslüman malının, mülkünün ve servetinin bereketini bulur. Topluma faydalı, insanlara yararlı olur. Fakirin hakkını vermiş, kul hakkından kurtulmuş olur.

Bilindiği gibi bu dünya imtihan yeridir. Bir oyuncak ve oyalanmaktan ibarettir. Dünya malı dünya da kalacaktır. Ahirete götüren de yoktur. Bu ihtiyar dünyaya malının ve mülkünün hesabını bilmeyecek derecede nice zenginler gelmişler, yaşamış ve gitmişlerdir. Öbür dünyaya götürebildikleri Allah yolunda sarf ettiklerinden başka bir şey değildir. Bunun için dünya malına tamah edip, zekât vermemek, insanın başına felaket getirecektir. O felaketten insanı ne kasaları, ne servet dolu mağazaları, ne fabrikaları, ne gayr-i menkulleri, kurtarabilecektir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de ; “Onlar ki altın ve gümüşü (her çeşit malı) yığıp biriktirirler de onları Allah yolunda harcamazlar. (Zekât vermezler, hayır ve hasenata koşmazlar.) İşte bunlara acıklı bir azabı haber ver (Habibim)…”(5)

Zenginlik Allah’ın bize bir lütfüdür, bir nimettir. Nimetlere şükür gerekir. Şükrü eda edilen mal bereketlenir. Şükrü eda edilmeyen mal ise ilahi azaba vesile olur. Nitekim Cenab-ı Allah da “(Size verdiğim nimetlere) şükrederseniz nimetlerimi artırırım. Nankörlük ederseniz benim azabım çetindir.”(6) Buyurmaktadır. Zengin olmak bir nimet olduğuna göre, şükrü gerekir. Bunun şükrü de zekât ve sadaka ile mümkündür.

Bunun için malımızın herhangi bir felakete, musibete uğramamasını istiyorsak zekâtlarımızı verelim. Sadakalarımızı ihmal etmeyelim. Ahirette kazandıklarımızdan sorulduğunda, “nereden kazandın, nereye harcadın?” dendiğinde vereceğimiz cevabımızı dünyada iken hazırlayalım. Cimrilikten uzaklaşalım. Cömert olalım. Hayırhah davranalım. Unutmayalım ki:
Mal sahibi – mülk sahibi
Hani bunun ilk sahibi
Mal da yalan, mülk de yalan
Var biraz da sen oyalan.
Dediği gibi Âşık Yunus’un, bu dünyadan mal – mülk, servet sahibi niceleri, emanetleri başkalarına teslim ederek gitmişlerdir. Biz de gideceğiz. Hiç olmazsa malımızın, zenginliğimizin kadrini bilerek, şükrünü eda ederek gitmeliyiz. Yanımızda götüreceğimiz ameller işlemeliyiz. Cennette bizlere yar olacak, yoldaş olacak iyi işlerle meşgul olmalıyız. Zenginlik imtihanında başarı göstermeliyiz.

Zira, zekât verilip verilmemesi kişinin iradesine bırakılmış bir ibadet olmayıp, fakirin hakkı ve zenginin yerine getirmesi gereken zaruri bir görevdir.