PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : femi muhsin nedir


_SoN_
01-05-2014, 13:11
femi muhsin nedir

Fem-i Muhsin


Dini eğitimin, dinin pratik olarak yaşandığı ülkelerde de aşılamayan bir problem olarak algılanması oldukça şaşırtıcıdır. Günlük hayatta sürekli tatbiki olarak müşahede edilen davranışlara yabancı nesne muamelesi yapmak biraz bu toplumlara üstten bakmaya alışmış kültürlerin ve düşüncelerin dermansız hastalığı. Akademik teorisyenlerce durum tesbiti için yoğunlaşılan noktalarla dinin pratiğe yansıyan yönü hiçbir zaman aynı çizgide kesişmelerinden ne yazık ki bahsedilemiyor. Yaşanan dini hayatın dışa yansıyan yüzünü yorumlamaktan daha ziyade kağıt üzerindeki istatistiklerden yola çıkarak, meçhul bir dini hayat teklifi yine aynı dar çerçevelere mahkum kalıyor. Dini, daha çok zihni bir faaliyet olarak ele alan yaklaşım tarzıyla, dini pratik yönü ile yaşayan ve hayatının en mukaddes kıymet ölçüsü yerine koyan insanlar arasındaki farklılığı kağıt üzerindeki grafik eğrilerine bağlamak hakikati tam aksettirmekten epey uzak. “Başkaları bu işin ilmini biliyor, onlar bu işi istatiklerle tesbit ediyor” diyenler dini hayata en uzak insanlar.

Her gün beş kez namaz kılan müminlerin Kur’an-ı Kerim’den bazı ayet ve sureleri ezbere bilmeleri ve bunları doğru bir şekilde bellemeleri dinlerinin bir gereği. Çok az bir gayret ile hayat boyu Cenab-ı Hakk’a karşı yapacakları ibadet ve kulluk için bu itina ve hassasiyet her mümin için dini bir vazife. Özellikle yaz ayları, inanan insanlar için az bir çalışmayla bir ömür boyu kulluk vazifelerini yapabilmelerini sağlayacak dini alt yapının oluşturulmasında yeterli olabilir. Bu düşünce eskiden bu yana yaygın bir teamül olarak, özellikle yaz ayları, mütedeyyin insanların içten bir duyarlılıkla, çocuklarına, inançlarını yaşabilecekleri ve ilk dini bilgileri alabilecekleri ortamları aradıkları bir mevsimdir. Şimdi orta yaşlardaki bir çok anne ve baba da temel dini bilgilerinin hemen hepsini yaz kurslarından almış bulunuyorlar. Çocukluk çağlarında böyle bir fırsatı elde etmiş şanslı insanlar ibtidai bir seviyede de olsa bu bilgilerle kulluk vazifelerini gönül rahatlığı ile yerine getirebilmekteler. Bir hocaefendinin dizi dibinde dini heyecanlarının disipline edilişiyle ayrı bir rüşde ulaşmış bir çok insan şimdi o günleri çocukluk günlerinin en doyumsuz anları olarak yad etmektedir. Bu gayretler dini bir rüşde ermenin yanında “kulluk” dediğimiz sırlı dünya ile tanışma ayrıcalığını da ifade eder.

Kur’an-ı Kerim’i kendi usul ve kaidelerine göre okumak için hususi bir eğitim almak zorunludur. Harflerini öğrenip bizzat Kur’an-ı Kerim ile yüz yüze gelip okumaya başlamak için normal bir zekaya sahip her insanın en fazla bir aylık bir zamana ihtiyacı vardır. Bu bir aylık zaman diliminde “fem-i muhsin” denilen, “ağzı iyi bir terbiye görmüş, uslub ve edasını bir üstaddan almış, Kur’an okuduğunda kendisini dinleten” bir hocaefedinin önünde diz çöküp o mahir ağızdan, harflerin sese dökülmesini seyretmek ve öğrenmek kaçınılmazdır. Kur’an-ı Kerim’in her şeyi ile kendine has okunuşu, “her dilin kendine ait özel telaffuzları vardır” şeklindeki sıradanlaşan ortak filolojik eğilimin de ötesinde, aynen alınması ve icra edilmesi gerekli çok hususi bir özelliktir. Bir çok dilde, yazıldığı halde okunmayan, gırtlaktan, dudaktan, dil ucundan, dişlerin kenarından özel bir gayretle öğrenilen sesler vardır, ama her harfinin birer birer, özellikle bazı harflerinin çok dikkatle bir fem-i muhsin’den alınmasını gerekli kılan, hem de dini bir gereklilik olarak ele alan ayrı bir okuyuş hassasiyetine diğer dillerde rastlamak imkanı yoktur. Zaten Kur’an’ın dışındaki bir metin için, “İndirildiği şekilde okuma” gibi dini bir vecibeden bahsedilmiyor. Kur’an-ı Kerim’in ilk muhatapları, gökten gelen son ilahi mesajı her şeyi ile bellemeyi hayatlarının en büyük manası olarak anlıyorlardı; bu mesajı indiği gibi “fem-i Nebevi”den almak bu vazifelerden biriydi. Onlar “Ebna-i Dad” idiler; herkesin ağızda gerçek yerini kolay kolay bulamadığı “Dad” harfinin çoçukları. Kendilerinden sonraki insanlara kıyamete kadar bu hususta üstad olacak “Ebna-i Dad”...

Bugün dini bilgileri öğrenmek eskiye bakarak daha da kolaylaşmış durumda. Dini konularda her seviyeden insanın beğenisine cevap verecek ölçüde kaliteli kitaplar istendiğinde her yerde rahatlıkla bulunabiliyor. Dahası toplumun gündemini giren konular ile alakalı bir çok mevzuda, hadisenin kaldırdığı toz bulutu daha dağılmadan piyasaya yeni kitaplar sürülüyor. Bilgisayar ortamında sunulan dini menşeli hizmetler ise herkesin ittifakı ile “olursa ancak bu kadarı olur” kabilinden. Bütün bu kolay ulaşılabilirlik bir çok ihtiyacı karşılayabilir olarak gözükse de küçük ama önemli bir ayrıntı gözden kaçıyor: Dinin şifahi ve tatbike dayalı öğrenilebilecek kısımlarının da kitaplar vasıtası ile kavranılabileceği yanlış düşüncesi. Kur’an-ı Kerim’den okuduğu bir sure ile gönülleri mest eden hocaefendinin ağız yatkınlığı ve bunu zorlanmadan her istediğinde tekrarlayabilme becerisini kitaplar yazmıyor, bu ustalık da kitaplardan elde edilemiyor. Bir “fem-i muhsin”in dizi dibinde sabırlı bir talim neticesinde başka vasıtaya ihtiyaç duymadan elde edilebilecek bu beceri, denenmiş bir usulün mahsülü ve hala da alternatifsiz en kolay yol. Bu metod haricindeki tecrübeler, daha sonra yeniden öğrenmekten daha zor okuyuş ve telaffuz hatalarının sürüp gitmesini netice vermektedir. Yıllarca Kur’an ile meşgul olduğu halde “ha”ile “he”, “ayn”ile “hemze”, “tı”ile “te” arasını ayıramayan, her “dad” harfinde okuyucuların düştükleri kıraat hataları hep bu ihmal edilen metod yanlışlığının bir sonucudur. Hatta bu bazen herkesin düştüğü yaygın bir hata halinde sürüp gidiyor. Söz buraya varmışken, “Ben Kur’an okumasını kendi kendime öğrendim” diyenlerin, bir hoca terbiyesinden geçmeden katiyyen güzel bir okuyuşa ulaşamayacaklarını da buraya kaydetmek gerekir.

Bediüzzaman Hazretlerinin Kur’an-ı Kerim’e getirdiği tarif içindeki şu noktalar çok dikkat çekici: “ O hem bir kitab-ı dua, hem bir kitab-ı hikmet, hem bir kitab-ı ubudiyet, hem bir kitab-ı zikir, hem bir kitab-ı fikirdir.” Bu büyük muhtevaya ulaşabilmenin ilk kapısı, o bir türlü ciddiye alınmayan yaz kurslarındaki mini mini yüreklerin Allah’ın Kitabı’nı öğrenmek için ihtiyaçları olan birkaç aylık zaman dilimiyle açılıyor. Dua, zikir, ibadet ve her şeyi ile kulluk şuur ve ayrıcalığın eşiğine bu ilk adım ile geliniyor. Araştırmacıların dikkatinden kaçan da bu; yaz günlerinde cüz çantalarını kapıp, camiye, hocaefendilerin dizleri dibine koşan ve Kitabullah’ı öğrenme hevesine düşen çocuk heyecanlarında, ana-babanın, çocuğun, mabedin her şeyi ile pratiğe taşan nabız atışının tam olarak okunamaması. İnsanlar dinlerini öğrenmek istiyor, bunun için araştırmaların yanlış yönlendirilmiş sonuçlarından ziyade dinin bir emrini yerine getirme heyecanı ile camiye koşma zorunluluğu hissediyorlar.

Ebu Yakup ez-Zeyyad kendini ziyarete gelenlere şöyle soruyordu: “Kur’an’dan bir şeyler ezberliyor musunuz?”. Muhataplarından “Hayır” cevabını alınca: “ Sizin haliniz ne olacak? Ne tadınız var ne tuzunuz; ne ile gıdalanacaksınız, ne ile ruhunuzu ilhamlara boğacaksınız, ne ile Rabbinize yalvarıp yakaracaksınız.” Kulları böyle bir mazhariyetten mahrum etmek, Yaratıcılarına karşı dilsiz, tercümansız bırakmak ne affedilmez hatadır.

Şu itiraf müslüman bir ülkede yaşadığı halde dinden uzak düşen insanların ortak feryadı olmuş; “Bir Doğu ülkesinde, Batı’lı olduğuna inandırılarak yetiştirildim” Cami ile tanışamamış, insanların mabetleri doldurduğu mevsimlerde, olgunluk yaşından yaşlılığa sürüklendiği hengamede cami penceresinin parmaklıklarına asılı kalmış, hıçkırıklara karışan bir feryad...

Yaz mevsimine girilen şu günlerde aileler mutlaka çocuklarına Allah’ın Kelamı’nı öğretecek bir formül ve bu formülün en önemli parçası olan mahir bir hocaefendi, bir fem-i muhsin bulmanın kaygısına düşmüşlerdir. Bu düşünce dışındaki rahat bir tatil geçirmeye yönelik planlar her zaman uygulanabilecek cinsten şeyler. Yaz sonunda bülbül gibi şakıyan taptaze hançerelerden Kur’an nağmeleri ve Ezan-ı Muhammedi’ler dinlemek tadına doyulmaz bir lezzet olmaz mı? Ama, bir ayda öğrenilebilecek bir meseleyi basit ihmallerden dolayı, kördüğüm haline getirmek eski yanlışların tekrarından başka bir şey olmaz. Bu başarılabirse, koca koca insanların “Üç ihlas ile bir Fatiha” okuyup okuyamama üzerine kamuoyunu günlerce meşgul eden ayıp iddialaşmaların zihinlerde hasıl ettiği mizahi bayağılık biraz olsun hafiflemiş olur...

Akif Coşkun
Herkul.org

atillademirad
01-13-2021, 16:48
Güzel