PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Köyden kente göçün nedenleri ve sonuçları


_SoN_
03-27-2008, 12:10
Köyden kente göçün nedenleri ve sonuçları
1.Göç ve Göç Sürecinde Eğitim
Dünyada politik, ekonomik, toplumsal baskılar ile doğal afetler ve benzeri nedenlere dayalı olarak sık sık iç ve dış göçler yaşanmaktadır. Göç, etkilenen ülkeler ile uluslararası birçok kuruluşu bir dizi sorunla karşı karşıya getirmektedir. Bu sorunlardan biri göç sürecinde eğitimdir. Göçten etkilenen bireylerin gelişim süreçlerinin ileride kolay telafi edilemeyecek ölçüde kesintiye uğramaması için eğitim sistemleri; eğitim teknolojisini oluşturan kuramsal esaslar, hedefler, öğrenci, insan gücü (öğretmen, eğitim uzmanı), ortam, yöntem-teknik, öğrenme durumları ve değerlendirme boyutlarında yeniden ele alınmalıdır.
2. Genel Olarak Göç Olgusu
İşgücü göçü ne yalnızca Almanya’yı ne de sadece diğer Batı Avrupa ülkelerini ilgilendiren bir konudur. İşgücü göçü bütün dünyayı yakından ilgilendirmektedir. Her ülke içindeki bölgesel farklılıklar insanları içgöçe teşvik ederken, az gelişmiş, sosyalist ve sanayileşmiş ülkeler arasındaki gelişim dengesizliği ise özellikle işgücünü dış göçe zorlamaktadır. Gelişmemiş ve az gelişmiş ülkelerde içgöç köyden kente ve küçük kentlerden büyük kentlere doğru yaşanırken, sanayi ve sanayi ötesi toplumlarda göç kentten köye doğru olmaktadır.
Benzer gelişme beyin göçü alanında da yaşanmaktadır. Daha yetmişli yılların sonunda 20 milyon insan kendi ülkesi dışında yaşamaktaydı (Hürriyet Gazetesi, 9.3.1980). Bu rakam mültecileri içermemektedir. Başka bir kaynağa göre yetmişli yılların sonunda dünyada 10 milyon göçmen bulunmaktaydı (Das Parlament, No 1/5.1.1980). Hürriyet Gazetesinin haberine göre Bolivya, Kolombiya ve Paraguay gibi Güney Amerika ülkelerinden binlerce işçi bölgenin zengin ülkelerine göç etmektedir. Aynı kaynakta Dünya Bankası’nın bir araştırmasına atıfta bulunulmakta ve Venezüella’nın nüfusunun dörtte birini özellikle ülkeye kaçak yollardan giriş yapan yabancı işçilerin oluşturduğu belirtilmektedir. Bazı ülkelerde yabancı işçilerin sayısı ülke nüfusunu aşmaktadır. Kuveyt’te çalışanların %70’i yabancı işçilerdir. Yabancı işçiler genelde fakir komşu ülkelerden gelmektedirler. Katar’da çalışanların %70’i ve Birleşik Arap Emirlikleri’nde çalışanların ise %85’i yabancı kökenlidirler. Bu bilgiler yukarıda belirtilen Dünya Bankası raporunda yer almaktadır. Büyük yolcu uçaklarının kullanımı ile Güney Kore, Filipinler, Hindistan, Pakistan ve Bangladeş’ten işçiler petrol zengini Arap ülkelerine getirilmektedirler. Aynı kaynakta üçüncü dünya ülkesi olan Çin’in diğer üçüncü Dünya ülkelerine işçi ihraç etmek istediği yer almaktadır. 2000 yılına girerken Çin'in büyük bir değişim süreci yaşamakta olduğunu izlemekteyiz. Çin'in ve diğer Uzakdoğu ülkelerinin dünya piyasalarındaki paylarının artması dünyadaki göç olayına yeni bir boyut kazandıracaktır. Eski Almanya Demokratik Cumhuriyeti’nde, örneğin Polonyalı işçilerin çalışması, sosyalist ülkeler arasında da iş göçünün söz konusu olduğu anlamına gelmektedir.
Fransa, Almanya, İsviçre, Belçika, Lüksemburg, Hollanda, Avusturya, Norveç, İsveç ve İngiltere yabancı işçi çalıştırmaktadır (Reader 1978). Batı Avrupa sanayi ülkelerinin çoğu Akdeniz ülkelerinden gelen işçileri istihdam etmektedir. İngiltere ise Batı Hindistan, Pakistan ve Hindistan gibi eski sömürgelerden gelen işçileri çalıştırmaktadır. Fransa, yabancı işçilerin çoğunu Cezayir’den, Hollanda ise Endonezya’dan getirmiştir (Geiselberger 1972:13). Bu durum çoğu kez göç veren ülke ile göç alan ülke arasında en azından tarihi ilişkilerin olduğunu göstermektedir. Türk işçilerinin 60'lı yıllardan itibaren Almanya'ya gitmelerinde, Osmanlı imparatorluğuna kadar uzanan Türk - Alman dostluğu önemli bir rol oynamıştır.
Avrupa ülkelerindeki yabancıların sayısı öyle bir noktaya ulaştı ki, sanayi sektörü doğal çoğalma (doğum) ve aile birleşimi kanalıyla yeterince işçi bulabilecektir. Bu gerçek durumdan yola çıkarak Avrupa ülkeleri 1973 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu’na üye olmayan ülkelerden işçi alımını durdurmuştur. Günümüzde Batı Avrupa ülkelerinde yerli ve yabancı işçi fazlalığı bulunmaktadır. Almanya geçmişte yabancı işçi sayısını azaltmak için değişik önlemler almıştır (Frankfurter Rundschau, 14.7.1981). Daha sonra diğer ülkeler de aynı önlemleri almaya yönelmişlerdir. İşçi sendikaları ise işçi ücretlerini sabit tutmak ve işçileri her işte çalışmaya mecbur etmek için rezervde belirli bir oranda işsiz işçi bulundurulduğunu ileri sürmektedirler.
Sanayi ülkelerine yabancı işçi getirme yerine, günümüzde geri kalmış ülkelerdeki projelerde işgücü ihraç eden ülkelerden getirtilen işçiler çalıştırılmaktadır. Örneğin, Alman firmaları geri kalmış ülkelerde Türk işçilerini çalıştırmaktadırlar. Aracı olarak “işçi simsarlığı" yapan Türk firmalar kullanılmaktadır. İşçi simsarları aracılığı ile çalışan Türk işçilerinin durumu Almanya’da resmen çalışanların durumundan daha az güvence altındadır. Proje bitiminde aracı Türk firması Türk işçilerini Türkiye'ye geri götürmekle yükümlüdür.
Geri kalmış ülkelerdeki projelerde şu an Batı Avrupa ülkelerinden gelen kalifiye işçiler çalışmaktadır. Eğer Batı Avrupa ülkelerindeki işsizlik daha da artarsa Batı Avrupa ülkelerinden geri kalmış ülkelere doğru bir kalifiye işçi göçü gündeme gelebilir. Bu ülkelere gidecek işçiler düşük ücretleri de kabulleneceklerdir. Basında yer alan bir habere göre Belçikalı bir bakan, işsiz Belçikalı işçilerin üçüncü dünya ülkelerine sanayileşmede yardımcı olma göreviyle gönderilmelerini önermiştir (Der Spiegel, 1981:33). Sanayi ülkelerinden gelişmekte olan ülkelere yapılacak kalifiye işçi göçü ile birlikte bu ülkelerde eğitim kurumlarında bir takım önlemlerin alınması gündeme gelecektir. Bu konuya Türk Milli Eğitimin temel ilkeleri başlığı altında bir kez daha değinilecektir.
Eğer günümüzde Alman işçileri, örneğin Amerika Birleşik Devletlerine, Kanada’ya, Yeni Zellanda’ya, Avustralya’ya gidiyorlarsa, Akdeniz ülkelerinden Batı Avrupa ülkelerine altmışlı ve yetmişli yıllarda yapılan göçün de bu ülkelere doğru yönelmesi şaşırtıcı olmayacaktır. Çünkü iç ve dış göç günümüzde uluslararası bir olgu haline gelmiştir (Das Parlament, 1991:8). Bilişim alanındaki olanaklar göç olgusuna yeni bir boyut kazandıracaktır. Çünkü dünyadaki teknolojik gelişmeler, insanlara yaşadıkları ülkeden ayrılmadan yabancı sanayilere hizmet vermeyi yaygınlaştırmaktadır. Amerikalı yayıncılar Pakistanlılara onları Amerika'ya götürmeden dizgi işlerini yaptırmaktadırlar. Bilişim teknolojilerindeki gelişmeler işgücü satışını yaşam alanına bağlı olmaksızın küreselleştirecektir. Bu küreselleşme sürecinde Türk işgücü de yerini almalıdır. Bu da kaliteli bir eğitim ile mümkün olacaktır.
3. İçgöç ve Gecekonduların Oluşumu
Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda Türkiye’de yaşayan nüfus ile ilgili güvenilir sayılar bulunmamaktadır. Bilinen kaynaklara göre Türkiye’deki nüfus ile ilgili olarak ilk defa 1927 yılından başlayan istatistikler bulunmaktadır (Yörükan ve Yörükan 1966:36; Teber 1980:54; Steinhaus 1969:163 vd.). Bu kaynaklara göre Türkiye’de 1927 yılında 13.648.270 kişi yaşamaktaydı. 13.648.270 kişinin 11.412.185’i (%83,16’sı) kırsal kesimlerde ve 2.236.085’i (%16, 4’ü) kentlerde yaşıyordu.
Uluslararası araştırmalara göre Türkiye ellili yıllardan beri kentleşme sürecinin en hızlı olduğu ülkelerden biridir. 20.10.1985 tarihinde yapılan nüfus sayımına göre nüfus sayısı 50 milyon sınırını aşmıştır. (Census of Population, 20.10.1985:1). Türkiye’de son Genel Nüfus Sayımı 21 Ekim 1990 tarihinde yapılmıştır. Bir sonraki sayım 2000 yılında gerçekleştirilecektir. 1990 yılında yapılan genel nüfus sayımına göre Türkiye’de 56.473.035 kişi sürekli iskân halindeydi. 30 Kasım 1997 tarihinde yapılan Genel Nüfus Tespitine göre bu tarihte Türkiye’de 62.865.574 kişi yaşıyordu (Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü: 1999:9).
Aşağıdaki tabloda yer alan verilere göre seksenli yıllardan itibaren kent ve kasabalarda yaşayan insan sayısı köylerde yaşayan insan sayısını aşmıştır.
Sayım Yıllarına Göre Şehir ve Köy Nüfusları,
Toplam İçindeki Oranları ve Yıllık Nüfus Artış Hızları
ŞEHİR KÖY
Sayım Yılları Toplam Sayım Yılları Nüfusu Toplam İçindeki Oranı % Yıllık Nüfus Artış Hızı %0 Sayım Yılları Nüfusu Toplam İçindeki Oranı % Yıllık Nüfus Artış Hızı %0
1927 13.648.270 3.305.879 24.2 10.342.391 75.8
1935 16.158.018 3.802.642 23.5 17.50 12.355.376 76.5 22.23
1940 17.820.950 4.346.249 24.4 26.72 13.474.701 75.6 17.34
1945 18.790.174 4.687.102 24.9 15.10 14.103.072 75.1 9.12
1950 20.947.188 5.244.337 25.0 22.47 15.702.851 75.0 21.49
1955 24.064.763 6.927.343 28.8 55.67 17.137.420 71.2 17.48
1960 27.754.820 8.859.731 31.9 49.21 18.895.089 68.1 19.53
1965 31.391.421 10.805.817 34.4 39.71 20.585.604 65.6 17.14
1970 35.605.176 13.691.101 38.5 47.33 21.914.075 61.5 12.51
1975 40.347.719 16.869.068 41.8 41.75 23.478.651 58.2 13.79
1980 44.736.957 19.645.007 43.9 30.47 25.091.950 56.1 13.29
1985 50.664.458 26.865.757 53.0 62.61 23.798.701 47.0 -10.58
1990 56.473.035 33.326.351 59.0 43.10 23.146.684 41.0 -5.56
1997 62.865.574 (1) 40.882.357 (1) 65.0 (1) 28.74 (1) 21.983.217 35.0 -7.25
Not : Tabloda verilen nüfuslar, sayım gününde bulunan yere göre nüfuslardır.
Kaynakça: T.C. Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü: 1997 Genel
Nüfus Tespiti İdari Bölünüş, Ankara 1999, S. 3
Friedrich Ebert Vakfı’nın (1996:23) yayınladığı Ekonomik Forum’da 2000 yılına kadar içgöç ve kentselleşme ile ilgili gelişmelerin aşağıda belirtildiği gibi olacağı tahmin edilmektedir: “Kent nüfusunun toplam nüfus içindeki, 1995’de %61 olan payının 2000 yılında yaklaşık %71 düzeyine çıkarak, 47,5 milyona ulaşacağı; aynı şekilde, 1990-1995 döneminde yılda ortalama %4.4 hızla artan kent nüfusunun 1995-2000 yılları arasında ortalama %4.7 hızla artacağı tahmin ediliyor. Kent nüfusunun artması, bir yandan İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlere olan akının sürmesi, diğer yandan da yeni büyük şehirlerin oluşması demektir. Nitekim, yapılan tahminlere göre, 2000’de İstanbul’un nüfusu 11.5 milyonu bulacak ve kent nüfusunun %20.2’sinin yaşadığı İstanbul, 2000’de bu payını koruyacaktır. Bunun yanı sıra, 1995’de nüfusu 1 milyonu aşan kentlerin sayısının 2000’de 4 den 7’ye çıkacağı ve nüfusu 1 milyonu aşan kentlerin toplam kent nüfusu içinde 1995’de %20.3 olan paylarının 2000’de %26.3’e yükseleceği tahmin ediliyor. Bu önümüzdeki yıllarda kentlere olan akının süreceği ve Türkiye nüfusunun büyük çoğunluğunun artık kentlerde yaşayacağı, dolayısıyla kentlerin karşılaştığı sorunların derinleşerek ve çeşitlenerek devam edeceği anlamına geliyor.”
4. Toprak Dağılımı ve İçgöç
İçgöçün sebepleri araştırılmadan önce toprak dağılımı ile ilgili bazı rakamlar verilecektir. Çünkü Türkiye’de tarım halen en çok işçi çalıştıran sektördür. Teber’e (1980:51) göre 1950 yılında elde edilen tarım sayım verilerine göre Türkiye’de köy nüfusu 2.930.000 aileden oluşmaktaydı. Bunlardan 489.000 ailenin (%16,7) hiç toprağı olmadığı, 1.507.000 ailenin (%51,4) 0,1-5 hektarlık, 530.000 ailenin (%18,1) 5-10 hektarlık toprağa sahip oldukları saptanmıştır. Aynı kaynağa göre tüm köy nüfusunun %86,2’sini oluşturan bu topraksız ve az topraklı grubun işlenen toprakların ancak %28’ine sahip oldukları görülmüştür. İşlenen en iyi toprakların %44’nün ise 76.000 toprak ağasının elinde olduğu ortaya konmuştur. Avcıoğlu’na (1969: 288, cilt I) göre 1963 yılında 30.800 topraksız çiftçi ailesi bulunmaktaydı. Tarımda yoğun makine kullanımı, toprağın küçük çiftçilerden büyük çiftçilere satışı topraksız çiftçi ailelerinin sayısını yükseltmektedir. Özellikle miras yoluyla var olan toprak hissedarlarının sayısı çoğaldıkça toprak ile uğraşı küçük toprak sahipleri için ekonomikliliğini kaybetmektedir.
Türk çiftçileri tarımdaki mekanikleşmeden önce öküz ve at gibi hayvanlarla ve geleneksel aletlerle çalışıyorlardı. Dağlık bölgelerde çiftçilik halen geleneksel yöntemlerle yapılmaktadır. Geleneksel yöntemlerle çalışan çiftçiler ne yedek parça açısından batılı sanayi ülkelerine ne de akaryakıt açısından Arap ülkelerine bağlıdırlar. Geleneksel yöntemlerle çalışan çiftçilerin bütün aile bireyleri genelde bir arada çalışırlar. Türkiye’de köy yapısının, traktör kullanmadan önce, geleneksel yöntemlerin, araç-gereçlerin iyileştirilmesi ile ne denli başarı sağlanabileceği konusuna ilişkin olarak üçüncü dünya ülkelerindeki deneyimler ayrıntılarıyla incelenmelidir. Burada elde edilecek veriler köye geri dönüş projelerinde göz önünde bulundurulmalıdır.
Yabancı danışmanların geçmişte Türk çiftçisinin çalışma tekniklerine nasıl yaklaştıkları ve kendilerine uzun vadede neler önerdikleri büyük bir önem taşımaktadır. Örneğin Amerikalı danışmanlar Türk çiftçisinin tarımda hayvanları işe koşmalarını ve geleneksel araçları kullanmalarını çağ dışı ve basit olarak değerlendirmişlerdir. Amerikalı uzmanlar kırsal kesimdeki insanları, radyo ve gazete gibi iletişim araçları ile psikolojik olarak etkilemeye çalışmışlardır. Barker raporunda da (The Economy of Turkey, 1951) Türk çiftçisinin üretimde kullandığı yöntem genelde basit olarak algılanmıştır (Tütengil 1975:88).
İki Amerikalı sosyolog 1954 yılında Türkiye’de ekilebilir alanların sadece %18’inin işlendiğini tespit etmiştir. Aynı kaynakta (92) ekili alanın arttırılması için Amerikalı uzmanlar aşağıdaki önerilerde bulunmuşlardır: “Eğer, yağış, sulama ve makine daha bol ve halkın yeme içme adetleri değişik olsaydı, ekilebilir arazi miktarı şimdikinden farklı olurdu”. Amerikalı uzmanların önerilerinin Türk kırsal toplumunun üzerindeki etkileri sosyolojik açıdan incelenmelidir. Altmışlı ve yetmişli yıllarda eğitimcilerin en büyük uğraşısı halkı “uykudan” uyandırmak, başka bir deyişle bilinçlendirmekti. İçgöç sürecinde biyolojik olarak uyuyan bir toplumun oluşturulduğunu söylemek pek yanlış olmayacaktır. Amerikalı uzmanlar tarafından önerilen tarım makinelerinin Anadolu’da büyük bir erozyona sebep olduğu, gerekli önlemler alınmadığında yakın zamanda çölleşme ile karşı karşıya kalınacağı dile getirilmektedir (DPT 1998:7).
Keleş (1975:149 vd.) içgöç için aşağıdaki sebepleri göstermektedir: Ellili yıllardan beri tarımdaki az verim, tarımdaki yetersiz gelir, topraktaki haksız dağılım, bu sektördeki makineleşme, örneğin miras yoluyla toprak mülkiyetinin küçülmesi. Başka bir etken ise kent ve kasabalardaki sanayileşmeden dolayı bir işyeri bulma umududur. Keleş (1978: 26 vd.) başka bir kaynakta kentleşmenin tarihçesini ortaya koymaya çalışmaktadır. Bu konuyla ilgili görüşlerini şöyle belirtmektedir: “Cumhuriyet döneminde kentleşme olayı, II. Dünya Savaşına gelinceye dek, hissedilmeyecek ölçüde yavaştır... Savaş yılları içinde de, özellikle büyük kentlerin, savunma zorunlulukları altında boşaltılması yüzünden, kentsel nüfusun fazla artmadığı görülür. Cumhuriyetin kurulduğu yıllar ile, II. Dünya Savaşının son bulduğu yıllar arasında kentleşmede görülen hafif canlılık, devlet eliyle kurulan sanayi kuruluşlarına bağlanabilir. 1950-1960 arasındaki hızlı kentleşme, tarımda kapitalizmin gelişmesinin, 1940'ların sonlarına doğru dış yardımlarla başlatılan karayolları çalışmalarının ve köylü gelirlerindeki nominal artışların dolaysız sonucu gibi görünür. Aynı gelişme, 1960-1970 arasında da süregelmiş, o güne kadar ki etkenlere yurt dışından dönen işçiler de eklenmiştir.”
Ayrıca, çalışanların sayılarında bir gerileme olduğuna işaret etmektedir. 1955 senesinde çalışanların oranı %77,2 iken 1970 yılında bu oran %66,6’ya düşmüştür (Keleş 1975:149 vd.). 2000 yılında nüfusun %71’inin kentlerde yaşayacağı tahmininden yola çıkılırsa, tarımda çalışanların sayısal oranı 1970 yılından bugüne kadar büyük bir oranda azalmış olmalı. Sık sık atıfta bulunulan bilimsel kaynaklar (Keleş 1978:27; Özgür 1976:75; Teber 1980:53) esas alınırsa Türkiye’nin sanayi ülkelerine olan bağımlılığı ile içgöç arasında bir bağlantının olduğu ortaya çıkar. Dışa bağımlılık ne kadar büyük ise, içgöç süreci de o denli yoğun olmaktadır. Bu bağlamda sanayi ülkelerinden gelen ekonomik yardım bağımlılıkta önemli bir etken olarak ortaya çıkmaktadır. Bu iddianın doğruluğu için kanıt olarak tarımda kullanılan traktör sayısı gösterilmektedir.
Özgür (1976:75) Batı ülkelerinden gelen ekonomik yardımı bu ülkelerin kendi kendilerine yardım etmeleri olarak görmektedir. Örneğin Amerikan yardımının bir kısmı Türkiye’de karayolları ağının genişletilmesi için kullanıldı. Bu yollar Türkiye’nin 1952 yılında üyesi olduğu NATO’nun hizmetine sunulacaktı. Bu yolların başka bir işlevi de Türkiye’deki gıda maddelerinin ve hammaddenin Avrupa’ya ihracatına, diğer taraftan da traktör, kamyon ve diğer motorlu araçların ihracatına yönelik olarak öngörülmüştü. Marshall-Planı çerçevesinde verilen ekonomik yardımın büyük bir kısmı ise tarım sektöründeki makine ve donanımın modernizasyonu için öngörülmüştü. Günümüzde verilen Dünya Bankası kredileri de aynı şekilde belirli dış alımlara bağlanmaktadır.
Traktörlerin bir kısmı devlete ait zirai kombinalarda kullanıldı ve diğer kısmı ise büyük toprak sahiplerinin emrine sunuldu. Traktörlerin sayısı 1940 yılından 1972 yılına kadar 1066 adetten 135.726 adede yükselmiştir (Tütengil 1975:130; Leopold 1977: 45). Köker’e (1980:57) göre traktörlerin sayısı 1970 yılında 350.000 adeti bulmuştur. Tarımda kullanılan traktörlerin sayısı sürekli artarak örneğin 1983 yılında 513.516 adede yükselmiştir. Statistical pocket book of Turkey (1984:109) Türkiye’de de traktör üretildiğinden günümüzde küçük çiftçiler de traktör sahibi olabilmektedirler. Çiftçiler traktörlerden başka biçer-döver, mibzer, pulluk, gibi değişik makineler de aldılar (Leopold 1977: 46). Örneğin seksenli yıllarda çiftçilerin kullanıldıkları makinelerin çeşitliliği konusundaki bilgiler Statistical pocket book of Turkey (1984:107 vd.) kitabında yer almaktadır.
Traktörlerle işlenen toprağın miktarı 1940 yılında 80.000, 1965 yılında 4.100.000 ve 1972 yılında 10.182.000 hektara yükselirken, tarımda kullanılan hayvanların sayısında 1965 yılı itibariyle bir düşüş kaydedilmiştir (Tütengil 1975:130).
Tarımda verimi artırmak için çiftçilere gübre, ıslah edilmiş tohum verildi. Sulama kanalları açıldı. Amerikalı sosyolog eşler Helling köye giren her bir traktörden dolayı 5-9 tarım işçisinin işini kaybettiklerini belirtirken bunun pek önemli olmadığını açıklamaktadırlar (aynı kaynak: 96). Teber (1980:51 vd.) tarımın makineleşmesi ve paranın önem kazanması neticesinde 4 milyon çiftçinin gizli veya açık olarak işsiz duruma düştüğü ve bunlardan 3.5 milyonun köyden kente göç ettiği sonucuna varmaktadır. Leopold (1977:50 vd.) tarafından atıfta bulunulan Robinsol’a göre 1948 ve 1957 yılları arasında tarım sektörüne giren 40.000 traktör 160.000 aileyi başka bir deyişle 800.000 kişiyi kentlere göç etmeye zorlamıştır. Riskin (aynı kaynak) 1950 ve 1955 yılları arasında tarımın makineleşmesi sonucu 350.000 çiftçi ailesinin işlerini kaybettiğini iddia etmektedir. Leopold (1977:51) tarafından atıfta bulunulan Keleş, 1950 yılından beri artan kent nüfusunun en az %25’i için 100.000 traktörü etken olarak göstermektedir.
Kapp (1978:41) da benzer sonuçlara varmaktadır. Kapp’a göre Amerikan ürünlerinin alımını öngören Marshall yardımı tarımın makineleşmesine sebep olmuştur. Bunun neticesinde tarımda çalışan birçok ailenin yaşam dayanakları ellerinden alınmıştır. Bundan ve nüfusun yüksek orandaki artışından dolayı kentlere sürekli bir göç başlamış ve büyük kentlerin etrafında gecekondular oluşmuştur. Daha seksenli yılların başında söz konusu ekonomik politikaların devamı durumunda 2000 yılında Türkiye’de 20 Milyon işsizin olacağı tahmin edilmiştir (Milliyet, 27.1.1981). Sınırlı toprağı olan, toprağın makine ile sürülmesini pratik bulan küçük aileler topraklarını makine alma gücü olan ailelere ya sattılar ya da kiraladılar. Küçük çiftçi aileleri ve tarımda işsiz kalan işçiler iş bulma umudu ile büyük kentlere göçtüler. İçgöç neticesinde büyük kentlerin çevresinde gecekondular oluştu (Gartmann 1981:7 vd.).
İçgöç süresinde Türkiye’de yeni bir aile tipi (Coşkun 1987:4-24) oluşmuştur. Bu aile tipi, ne kırsal kesimdeki ne de kentlerdeki aile tiplerine benzemektedir. Gecekondu aile tipi bir taraftan kırsal kesimlerdeki diğer taraftan kentlerdeki aile tipinin kültürel öğelerini içinde barındırmaktadır.
İçgöç genelde iki aşamalı olarak olmaktadır. İlk etapta köyden kasabaya ve oradan da Türkiye’nin batısında bulunan büyük kentlere göç edilmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi köyden kente göç edenler kent toplumuna ilk etapta kültürel ve ekonomik açıdan uyum sağlayamadıklarından gecekondular oluşturmaktadırlar. Gecekondu mahallelerinin oluşumu için genelde iki neden bulunmaktadır. Birinci neden kent merkezindeki kiraların kırsal kesimden gelenler için çok yüksek olmasıdır. İkinci neden ise Batı mimarisine göre yapılan beton binalar kırsal kesimdeki yaşam alışkanlıklarına cevap verememektedir.
Tarımın makineleştirilmesi sürecine paralel olarak Türkiye bir taraftan tarımda işsiz kalan çiftçilere ve diğer taraftan kentte yaşayan insanlara iş olanakları sağlayabilecek sanayileşmeyi istenilen kapsamda başlatamamıştır. Bu çalışmada konu edilen süre içinde iş arayanların sayısı %17 oranında artarken işyerlerinin kapasitesi ise %8 civarında artmıştır (Teber 1980: 58).
Bunun yanında aşağıdaki olumsuz gelişmeleri de sayma olanağı bulunmaktadır:
• Ekonomik sektörler arasındaki dengesiz gelişmeler;
• Döviz alanındaki darboğaz;
• Sermaye öncesi ve sermayeye dayalı üretim şekilleri;
• Rekabet gücüne sahip olma amacıyla üretim tesislerinin makineleştirilmesi;
• Sistematik olarak geleneksel mesleklerin ortadan kalkması;
• Enflasyon oranının sürekli artması;
• Kamu iktisadi işletmelerin özelleştirilmesi;
• Vergi sistemindeki belirsizliklerden dolayı paranın yatırım yerine repoya yatırılması;
• Devletin sosyal sistemi finanse edemez duruma gelmesi.
Bu gelişmeler kent nüfusunun da bundan böyle iş bulmasını zorlaştırmaktadır. Küçük çiftçilerin ve tarım işçilerinin tarım sektörünü terk etmemeleri için sık sık toprak reformunun uygulanması önerilmektedir. 1945 yılında çiftçiyi topraklandırma kanunu çıkarılmıştır. Bu kanun, toprağın topraksızlara başka bir deyişle yardıma muhtaç çiftçilere ve tarımda çalışmak isteyenlere verilmesini öngörmektedir. Bu kanunun çıkarılmasının amaçlarından biri de tarıma elverişli alanları yoğun bir şekilde işlemekti. Devlet kuruluşlarının olanak ve gereksinimler doğrultusunda gerekli teçhizatı verip danışmanlık hizmeti sunmaları öngörülmüştü (Özgür 1976:186; Bağdaş 1972:29 vd.).
Öngörülen çiftçiyi topraklandırma kanunu başlangıçta kırsal kesimde yaşayan nüfusun sayısı açısından çok dar kapsamlı olarak uygulanmıştır. Daha sonraki tarihlerde de gerçek bir uygulama söz konusu olmamıştır, çünkü 1950 yılında Cumhuriyet Halk Partisinin elinden hükümeti alan Demokrat Partinin milletvekilleri genelde büyük toprak sahibi idi. Hatta Demokrat Partinin genel başkanı ve 1950 yılından 1960 yılına kadar başbakanlık yapan Adnan Menderes de Batı Anadolu’da büyük toprak sahibi idi.
Çiftçiyi Topraklandırma Kanununun öngörüldüğü şekilde uygulanması için özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde yapısal değişikliklere gidilmelidir. Şimdiye kadar hiç bir hükümet bu denli değişiklikleri yapmayı göze alamamıştır. Her şeye rağmen Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu tarihten bugüne kadar organize olmadıkları halde çiftçiler ilk kez toprağa sahip olmaya ve protesto girişiminde bulunmaya yeltenmişlerdir.
Türkiye’de nüfus artışı oranı yüksek ve sanayileşme çok yavaş olduğundan sık sık geniş kapsamlı toprak reformu gündeme gelmektedir. Kanımca Türkiye’de genelde toprak dağıtımı olarak algılanan toprak reformu tarımda elde edilen ürün işlenmediği ve planlı bir şekilde piyasaya sürülmediği sürece tarım alanında istenilen düzeyde istihdam olanaklarının yaratılması pek kolay olmayacaktır. Toprak reformu ve tarımda istihdam olanakları yaratılması ile ilgili taleplerin ne ölçüde gerçekleşip gerçekleşemeyeceği aşağıdaki alıntıdan anlaşılmaktadır: “1950 yılında tarımda kullanılan (yararlanılan) alan 16 milyon hektar idi ve bugüne kadar 30 milyon hektara yükselmişti; 1950 yılında Türkiye’nin nüfusu 20 milyon idi, bugün ise yaklaşık 47 milyondur. 1950 yılında nüfusun %25’i kentlerde yaşıyordu; günümüzde bu oran %50’nin üzerindedir.
Eğer her şeyden önce toprak radikal bir ziraat reformu ile toprağın toplam büyüklüğüne uygun olarak dağıtılmış ve tarımla ilgili girdiler (traktörler, suni gübre, sulama vs.) buna uygun olarak eşitlenmiş olsaydı ve ikinci olarak sanayi işletmelerinin kurulduğu yerlerin eşit bölgesel dağılımı gerçekleştirilebilseydi, bu durumda söz konusu üç faktör yani toplam nüfusun katlanması, toplam tarımsal kullanılır alanına ve kentleşme oranın ikiye katlanması kendi içinde uyumlu olarak kabul edilebilirdi (Köker 1980:58). Köylere geri dönüş, özellikle içgöçü teşvik eden olumsuz şartların devam etmesinden dolayı hemen hemen olanaksızdır. Diğer taraftan başarılı olamamış biri olarak köye dönmek gurur kırıcı bir olaydır. Son on beş yıldır terör olaylarından dolayı köyler boşaltılmıştır ve köy sakinlerinin köylerine geri dönüş yapmaları halen kolay olmamaktadır. Sürekli işsizlik ve gecekondu semtlerindeki olumsuz yaşam şartları altmışlı yıllardan beri dış göçü teşvik etmektedir. Türk işçilerin Almanya tarafından alınması konusunu tartışmadan önce Almanya’da yabancı işçilerin çalıştırılması konusu ele alınacaktır.

5. Göçün Eğitsel Etkileri
Göç sürecinde en çok çocuklar etkilenmektedirler. En az iki dil ve iki kültürün belirlediği şartlar altında yaşamak ister istemez bir çok avantajın yanında bir dizi sorunu da beraberinde getirmektedir. Türkçe ve Almancayı yeterli düzeyde öğrenemediklerinden ve her iki kültür öğelerini yakından tanımadıklarından üyesi oldukları her iki grup ile belirli bir düzeyde iletişim kuramamaktadırlar. Bu da her iki toplumda gerekli eğitimi almalarını, meslek öğrenmelerini zorlaştırmaktadır.
İstatistikler Almanya’da yaygın ve mesleki eğitim kurumlarına giden Türk öğrencilerinin sayısının 1965 yılında 3081 iken 1996 yılında 491405’e yükseldiğini göstermektedir (Abalı 1999:9). Başka bir kaynağa göre 1987 yılında 41.997 Türk öğrencisi yaygın ve mesleki eğitim kurumlarına giderken bu sayı 1996 yılında 491.405’e yükselmiştir (Statistische Veröffentlichungen der Kultusministerkonferenz, Dokumentation, November 1997/143:14). Aynı yayına göre 1996 yılında 1.173.628 yabancı öğrenci Alman okullarına gidiyordu. Türk öğrencileri %41,9’luk bir pay ile en büyük yabancı grubunu oluşturuyordu. Alman okul idareleri yabancı öğrencilerin eğitim durumlarını iyileştirmek için değişik önlemler almaktadırlar. Alınan önlemlerde eyaletler bazında farklılıklar gözlenmektedir. Aşağıda eyaletlerde alınan önlemler belirtilmiştir.
6. Özet
Türkiye'deki toplumsal ve ekonomik gelişmeler, bölgesel farklılıkları asgari düzeye indirememiş ve ülke genelinde göçü önleyici bir yaşam standardının oluşumunu sağlayamamıştır. Bundan dolayı kırsal kesimlerden kentlere doğru yaşanan içgöç, dışgöçten başka kentlerarası göç olarak yeni bir boyut kazanmıştır. Kentlerde yaşayanlara ise gerekli istihdam olanakları yaratılamamıştır. Dünyadaki globalleşme süreci, işgücünün pazarlanmasına yeni bir boyut getirecektir. Türkiye’deki işgücü, bilişim alanındaki olanaklarla hizmet verebilecek bilgi ve beceriler ile donatılmamıştır. Sanayi ülkelerinin getirmiş olduğu kısıtlamalara rağmen dışgöç de devam etmektedir.
Türkiye kırk yıldan beri dışgöç verdiği halde yurtdışı eğitimi alanında alınması gereken önlemlere yeterince katkıda bulunamamıştır. Göç sürecinde eğitim alanında alınması gereken önlemler, bireyin içinde yaşadığı topluma ve üyesi olduğu etnik gruba uyumunu kolaylaştırmalıdır. Bu uyum süreci çok kültürlü bir benliğin geliştirilmesi ile olanaklıdır. Türklerin en yoğun yaşadıkları Almanya'da Türk öğrencilerinin daha iyi bir eğitim almaları için değişik olanaklar yaratılmaya çalışılmaktadır. Türk öğrencilerine bir taraftan Alman eğitim kurumlarına ve diğer taraftan Türkçe ve Türk Kültürü Derslerine katılma olanakları sağlanmaktadır. Türk öğrencileri halen Alman öğrenciler ile aynı oranda ileri düzeyde eğitim ve öğretim hizmeti veren eğitim kurumlarına devam edememektedirler. Türkiye ile ilgili bilgileri ve Türkçe kullanımları da yeterli düzeyde değildir.
Son yıllarda ayrıca İslam din derslerinin Alman eğitim programlarına alınması ve göç alan ülkelerin resmi dillerinde verilmesi konusu tartışılmaktadır. Türkçe ve Türk Kültürü Derslerini Almanya'da yaşayan ve yerel idarelerce görevlendirilen Türk öğretmenleri veya Türkiye'den Milli Eğitim Bakanlığınca gönderilen öğretmenler vermektedirler. Günümüzde tartışılan ve söz konusu göç alan ülkenin resmi dilinde verilmesi öngörülen İslam din dersi; alan, diller, öğretim bilgisi ve eğitbilim açısından uzmanlık gerektiren bir disiplindir. Doğal olarak bu dersin öğretmeni de yukarıda belirtilen alanlarda yetiştirilmelidir. İslam din dersini verebilecek öğretmenlerin Türkiye’de yetiştirilme konusu ayrıntılarıyla ayrıca irdelenmelidir. Bu çalışmada ise ilk aşamada yurtdışında görevlendirilecek Türk öğretmenlerinin Türkiye’de yetiştirilme olanakları incelenecektir. Yurtdışında görevlendirilecek öğretmenlerin en iyi şekilde yetiştirilmeleri amacıyla Türkçe ve Türkçe Derslerinin okutulması Türkiye'de de öğretmen yetiştirme çerçevesinde tartışılmalıdır.
Yurtdışında görevlendirilen öğretmen, geleneksel eğitim kalıplarının ileri boyutlarda değiştiği, öğrenme ve öğretme süreçlerinde yeni kavramların oluştuğu ve yeni teknolojilerden sürekli yararlanıldığı bir eğitim sistemi ile karşılaşmaktadır. Böyle bir eğitim sisteminde başarılı olmak Türkiye’de alınan eğitimin kalitesi ile doğru orantılıdır. Bundan dolayı yurtdışı öğretmenliği özgün bir alan olarak kabul edilmeli ve yurtdışında görevlendirilecek öğretmen özgün programlarda yetiştirilmelidir (bkz. Görgü 1996:119 vd.).

7. Kaynaklar
Abalı, Ünal: Almanya’daki Türk Öğrencilerinin Eğitim – Öğretim Sorunları, Gazi Üniversitesi, Alman Dili Eğitimi Anabilim Dalı, Ankara 1999
Avcıoğlu, Doğan: Türkiye’nin Düzeni, Cilt I, İstanbul 1969
Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü: 1997 Genel Nüfus Tespiti, Ankara 1999
Coşkun, Hasan: Bikulturelle und bilinguale Erziehung im “türkischen muttersprachlichen Unterricht” - mit Unterrichtsbeispielen, in: Lähnemann, Johannes (Hrsg.): Kulturbegegnung in Schule und Studium, ebv-Rissen / Hamburg 1983
Coşkun, Hasan: Bikultureller und bilingualer Unterricht anstelle des Türkischen Muttersprachlichen Unterrichts in der Bundesrepublik Deutschland. Ein Sonderfall angewandter Migrantenpädagogik, vervielfältigte Dissertation an der Universität Hamburg 1987
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: 1985 Yılı Yurtdışı İşçi Hizmetleri Raporu, Ankara 1986
Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı: 1987 Yılı Yurtdışı İşçi Hizmetleri Raporu, Ankara 1988
Dağdaş, Bahri: Türkiye’de Toprak Meselesi, Büyük Kitaplık, İstanbul 1972
Das Parlament, No 1/5.1.1980
Das Parlament 8/1991
Der Spiegel, No 33/1981
Deutschland. Zeitschrift für Politik, Kultur, Wirtschaft und Wissenschaft. Nr. 4/99 August / September 1999
DPT: Ulusal Çevre Eylem Planı, Tarım ve Mera Arazilerinin Yönetimi, Ankara 1998
Eggeling, Will Johannes: Arbeitsemigration, in: Grothusen, Klaus Devlet (Hrsg.): Türkei, Göttingen 1985
Frankfurter Rundschau, 14.7.1981
Gans, Paul und Kortum, Gerhard : Von Karaköy nach Almanya, in: Brandt, H.J. und Haase, C.-P.: Begegnung mit Türken-Begegnung mit dem Islam ebv-Rissen Hamburg 1982
Gartmann, Helene : Zur Situation der Frau im Gecekondu, Berlin 1981
Görgü, Ali Turan; Avusturya İlkokullarında 4. Sınıfta Yazılı Anlatım Becerileri Üzerine Bir Araştırma, yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara 1996
Hürriyet, 9.3.1980
Keskin, Hakkı: Das gescheiterte kapitalistische Entwicklungsmodell in der Türkei, in: Kritik, Zeitschrift für sozialistische Diskussion, Berlin 1979
Keleş, Ruşen: Bölgesel Gelişme ve Yurt Dışına Göç, yer aldığı eser: Abadan-Unat, Nermin vd.: Göç ve Gelitme, Ankara 1975
Kelet, Ruten: Urbanization and Housing Policy, Ankara 1984
Köker, A.F.: Unterentwicklung und Migration, in: Sozialwissenschaftliche Texte, Das arabische Buch, Berlin 1980
Mertens, Gabriele und Akpınar, Ünal: Türkische Migrantenfamilien, AGG, Bonn 1977
Milliyet, 27.1.1981
Onulduran, Ersin ve Renselaar, Hermann von: Uluslararası İlişkiler Hukuksal ve Siyasal Boyutları, in: Abadan - Unat, Nermin vd.: Göç ve Gelişme, Ankara 1975
Özgür, Özlem: Sanayileşme ve Türkiye, İstanbul 1976
Pazarkaya, Yüksel: Vom Kulturschock zur Diskriminierung? in: Deutsch Lernen 4/1980
Ramoğlu, Kemal: Çıraklık Eğitimi Çok Önemlidir, yer aldığı eser:
Ayna, Bielefeld, Aralık/Ocak 1997
Steinhaus, Kurt: Soziologie der türkischen Revolution, Reihe Dritte Welt, Frankfurt 1969
Teber, Serol: İşçi Göçü ve Davranış Bozuklukları, İstanbul 1980
The Economy of Turkey, 1951
Tütengil, Cavit Orhan: Kırsal Türkiye’nin Yapısı ve Sorunları, İstanbul 1975
Uysal, Yatar: Biografische und ökologische Einflußfaktoren auf den Schulerfolg türkischer Kinder in Deutschland – Eine empirische Untersuchung in Dortmund, Münster 1998
Yörükan, Turhan und Yörükan, Aydan: Urbanization und Housing Situation in Turkey, Ankara 1966

MetinCeylan
03-27-2008, 12:28
saol abi_bak bak bitmiyo:)