alfonzo28
12-24-2007, 18:20
TEZAHÜRATLAR
Seni sevmeyen ölsün!
Galatasaray tribünleri futbolun ilk yıllarından beri, tezahürat konusunda öncülük yapmıştır. Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı taraftarların da tezahürat kültürüne yapmış oldukları katkılar elbette ki gayet fazladır,hatta zaman zaman çok espritüel ve şahane tezahüratlar geliştirmişlerdir. Ancak Galatasaraylılar'ın bu işi ilk başlatanlar olduğu gerçeği de su götürmez..
Taa 1920'li yıllara kadar gitmeye gerek görmüyorum.Çünkü, daha önceki bölümlerde o zamanki büyüklerimizin kullandıkları sloganları yazmıştım. Biraz daha yakına, 70-80 ve 90'lı yıllara gelelim.
70'li yıllarda, genellikle siyasi içerikli sloganların tribünleri kapladığını görüyoruz. Özellikle Beşiktaş tribününün ağırlıklı olarak solcuların elinde bulunması sebebiyle, bu tip tezahüratların Siyah--beyazlı tribünlerden yükseldiği görülüyordu.
Galatasaray tribünlerinin sol ağırlıklı marşlara fazla itibar etmediğini, ama özellikle "Başın öne eğilmesin, aldırma Cim-Bom aldırma" şarkısını büyük bir iştahla söylediğini biliyoruz.Çünkü, 70'lerin sonuna doğru şampiyonluk özlemi yürekleri dağlamaya başlamıştı...
Fenerbahçe tribünlerinde ise o zamanlar keyifler gayet yerinde olduğundan onlar sadece dalga geçebilecekleri sloganlar üretmeye bayılıyorlardı. "Fincanı taştan oyarlar..." gibi.
80'li yıllarda, 12 Eylül'ün sıkı yumruğu tribünleri de etkilemişti. Siyasi sloganlar yerini arabesk, fantezi türündeki şarkılara terketmişti... 80'lerin başında Galatasaray'da antrenör olarak Brian Birch vardı. Birch'in sağ yumruğu havada sahaya çıktığını bilen Fenerbahçe tribünleri, bunu kınayan bir şarkı üretiyorlar ve bir F.Bahçe-Galatasaray maçında, kapalı tribünde şöyle bağırıyorlardı: "Ulan İ.ne Brian Birch! Ulan İ.ne Brian Birch! Bize kalkan yumruğunu... Sokacağız.. G.tüne..."
Onlar öyle bağırıyordu ama iki dakikada yapılan söz değişiklikleri sarı-lacivertli tribünlere şöyle cevap veriyordu: "Brian Birch'in kalkan yumruğu ... Girsin Rausch'un g.tüne... Biz adamı s.ke s.ke... Göndeririz evine..."
Gerçekten de o maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi yeniyor ve Fenerbahçe antrenörü Friedel Rausch da ülkesi Almanya'nın yolunu tutuyordu...
Bir de Galatasaray'ın kapalı ve açık tribünlerinin karşılıklı yaptığı " Sarı... Kırmızı..." tezahüratları pek itibar görecek ve Beşikaşlılar tarafından bu slogan İnönü stadının dört bir tarafına yayılacaktı. Eski açık "Siyahhh!" numaralı "Beyaz!" Yeni açık "En büyük!" kapalı "Beşiktaşşş!" diye bağıracaktı. Hem de durmaksızın...
Sonraları yine Galatasaray tribünleri bu tip tezahüratı şarkıya dönüştürecek, açık ve kapalı tribün karşılıklı olarak "14 senelik bu çile... Bitsin artık bu sene... Sen şampiyon olacaksın... Seni sevmeyen ölsün..." diye yırtınacaktı...
Ve Galatasaray şampiyon olup hasrete son verecekti... Şampiyonluk kutlamalarında sevgili başkanımız Ali Tanrıyar da tv ekranlarına bu şarkının son mısrasını söyleyince yer yerinden oynayacaktı...
"Nedenmiş efendim, Galatasaray'ı sevmeyen ölsünmüş..."
- Yahu bunu tribünler aylardır söylüyor.
- Yok efendim, onlar söyler, koskaca başkan söyleyemez...
- E peki özür, Galatasaray'ı sevmeyen de yaşasın...
- Yook olmaz... Nasıl bir başkan böyle söyler?
- Hadi lan ordan!
Sırada doksanlı seneler vardır... Üst paragrafta bu lafları kınayanlar bir başkanlarının Kocaeli Belediye Başkanı ve Kocaelispor Kulübü Başkanına maç esnasında söylediği, "Bu maç için kaç para aldınız?" cümlesini hiç duymayacaklardı bile.
90'lı yılların ortalarına doğru "Yükselen Milliyetçilik" değerleri tribünlerde de boy göstermeye başlamıştı. Özellikle Galatasaray'ın üstüste aldığı Avrupa başarıları, sarı-kırmızılı tribünlerde Ay-Yılsdızlı ,Üç Hilalli ve Bozkurtlu bayrakların bol miktarda dalgalanmasına yol açıyordu...
(Bu durumu Milliyetçi Hareket Partisinin bilinçli ve örgütlü bir şekilde planladığı tarzında düşünceler hatta iddialar vardı, ama biz tribündekiler bunun kesinlikle böyle olmadığını iyi biliyorduk. Bu tamamen kendiliğinden ortaya çıkmış ve insanların münrferit hareketlerinden oluşan bir durumdu...)
Tribünler, "Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri" diye bağırıyordu... Ardından da İngilizce tezahüratlar yapıyorlardı. Bu durum da bazılarınca tezat olarak görüldü, ama aşagı satırlarda okuyacaklarınız gayet doğaldı onlar için:
Galatasaray Avrupa maçlarında bol bol başarı sağlıyordu ama bu bazılarına batmaya başlamıştı.Daha birkaç sene önce tek tük alınan Avrupa başarılarında kol kola gezen taraftarlar birbirine düşmüştü,düşürülmüştü. Hele Fenerbahçe tribünleri (ki o zamanlar Güven Sazak gibi milliyetçi-maneviyatçı bir başkana sahip oldukları halde) statlarına "İngiliz bayrağı" asıyor, "Barcelona seni seviyoruz.." vs. tarzında pankartlar taşıyorlardı. Ama yine de milliyetçi söylemleri elden bırakmıyorlardı! Örneğin Vatanı, Kurtuluş Savaşında Fenerbehçelilerin kurtarmış olduğu ve Atatürk' ün Fenerbahçeli olduğu gibi...(Acaba UluÖnder yaşasa ve yıllarca mücedele ettiği İngilzlerin bayrağını o tribünlerde görse ne yapardı..? )
TEZAHÜRATA DEVAM
1905'te doğdu aşkımız...
Her tribünün kendine özgü tezahürat biçimleri var muhakkak, ama bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz doğrusu. Çünkü, birisi bir güfte yapar, hemen X bir takımın maçında bunu kendilerine uyarlanmış bir şekilde söylediklerini duyarsınız...
Halbuki her takımın taraftarı yaratıcılık güçlerini kullanarak, sadece ve sadece kendilerini ilgilendiren şarkılar söyleyebilirlerdi.Örneğin, 1998-99 sezonunda Galatasaray tribünlerinin söylediği:
"Kalplerde yıldız gönüllerde ay... Şampiyonsun Galatasaray..."
Veya:
"Yıl 1905'te doğdu aşkımız... Sarı-Kırmızı akar bizim kanımız... Cimbombom feda olsun sana canımız...Ölene kadar hep senin yanındayız..." gibi.
Ama bizde en iyi ihtimalle bu tip şarkılar, hemen küfürlü bir şekle dönüştürülerek rakip alçaltılmaya çalışılır.
Şimdi burada bunları yazmaya kalksam, herhalde 500 sayfa daha ilave etmem gerekir ama bu türün müptezel örneklerinden birkaçını sıralamamak da doğru olmayacak:
"Ayva çiçek açmış yazmı gelecek..? X ,Y' yi de burda s.kecek..."
"Oynatmaya az kaldı...X 'im nerde..? Koyamazsam o g.te...Çıldıracağım..."
***
70'li senelerin sonuydu... Bir gün Amigo Varol ağabeyimiz tribüne çıktığında (kendisi Bestekar Varol diye de anılırdı. Aslında Güftekar demek daha doğru olurdu ama nedense tribünde zamanın ,revaçta şarkılarının üzerine söz yazanlara 'bestekar' deniliyordu) bizlere söyle sesleniyordu:
"Arkadaşlar, yeni bir beste yaptım. Bakalım, beğenecek misiniz?"
Bir alkış tufanı kopmuştu. Ardından Varol ağabey bestesini ! okumaya başlamıştı...
"Cimbombom'sun sen, bizim canımız... Sarı-Kırmızı akar kanımız...
Seviyoruz seni canı gönülden... Cimbombom'sun sen bizim canımız..."
Sonradan buna şöyle de bir ek yapılmıştı:
"Kaleleri sen gollerle doldur... Bizim kuşkumuz herzaman boştur...
Seviyoruz seni canı canı gönülden... Cimbombom'sun sen bizim canİmİz..."
Bir de Yunanistan'la yaptığımız basket maçı vardı ki, Allaaahhh, savaş gibi! 80'lerin başı... Tezahürat şu ;
"Kurtuluş Savaşında...Ondan sonra Kıbrıs'ta...
Şimdi de bu sahada... Koyacağız Yunan'a..."
Maçı galip bitirdikten sonra da;
"Kurtulu Savaşında... Ondan sonra Kıbrıs'ta...
Şimdi de bu sahada.... Koyduk İ.ne Yunan'a..."
Artık eskiler mi daha güzeldi? Yoksa şimdi pop şarkıları ağırlıklı olanlar mı daha güzel..? Orasını bizden sonra gelecek kuşaklar belirleyecek. Çünkü biz iki arada bir derede kaldık...
Seni sevmeyen ölsün!
Galatasaray tribünleri futbolun ilk yıllarından beri, tezahürat konusunda öncülük yapmıştır. Fenerbahçeli ve Beşiktaşlı taraftarların da tezahürat kültürüne yapmış oldukları katkılar elbette ki gayet fazladır,hatta zaman zaman çok espritüel ve şahane tezahüratlar geliştirmişlerdir. Ancak Galatasaraylılar'ın bu işi ilk başlatanlar olduğu gerçeği de su götürmez..
Taa 1920'li yıllara kadar gitmeye gerek görmüyorum.Çünkü, daha önceki bölümlerde o zamanki büyüklerimizin kullandıkları sloganları yazmıştım. Biraz daha yakına, 70-80 ve 90'lı yıllara gelelim.
70'li yıllarda, genellikle siyasi içerikli sloganların tribünleri kapladığını görüyoruz. Özellikle Beşiktaş tribününün ağırlıklı olarak solcuların elinde bulunması sebebiyle, bu tip tezahüratların Siyah--beyazlı tribünlerden yükseldiği görülüyordu.
Galatasaray tribünlerinin sol ağırlıklı marşlara fazla itibar etmediğini, ama özellikle "Başın öne eğilmesin, aldırma Cim-Bom aldırma" şarkısını büyük bir iştahla söylediğini biliyoruz.Çünkü, 70'lerin sonuna doğru şampiyonluk özlemi yürekleri dağlamaya başlamıştı...
Fenerbahçe tribünlerinde ise o zamanlar keyifler gayet yerinde olduğundan onlar sadece dalga geçebilecekleri sloganlar üretmeye bayılıyorlardı. "Fincanı taştan oyarlar..." gibi.
80'li yıllarda, 12 Eylül'ün sıkı yumruğu tribünleri de etkilemişti. Siyasi sloganlar yerini arabesk, fantezi türündeki şarkılara terketmişti... 80'lerin başında Galatasaray'da antrenör olarak Brian Birch vardı. Birch'in sağ yumruğu havada sahaya çıktığını bilen Fenerbahçe tribünleri, bunu kınayan bir şarkı üretiyorlar ve bir F.Bahçe-Galatasaray maçında, kapalı tribünde şöyle bağırıyorlardı: "Ulan İ.ne Brian Birch! Ulan İ.ne Brian Birch! Bize kalkan yumruğunu... Sokacağız.. G.tüne..."
Onlar öyle bağırıyordu ama iki dakikada yapılan söz değişiklikleri sarı-lacivertli tribünlere şöyle cevap veriyordu: "Brian Birch'in kalkan yumruğu ... Girsin Rausch'un g.tüne... Biz adamı s.ke s.ke... Göndeririz evine..."
Gerçekten de o maçta Galatasaray Fenerbahçe'yi yeniyor ve Fenerbahçe antrenörü Friedel Rausch da ülkesi Almanya'nın yolunu tutuyordu...
Bir de Galatasaray'ın kapalı ve açık tribünlerinin karşılıklı yaptığı " Sarı... Kırmızı..." tezahüratları pek itibar görecek ve Beşikaşlılar tarafından bu slogan İnönü stadının dört bir tarafına yayılacaktı. Eski açık "Siyahhh!" numaralı "Beyaz!" Yeni açık "En büyük!" kapalı "Beşiktaşşş!" diye bağıracaktı. Hem de durmaksızın...
Sonraları yine Galatasaray tribünleri bu tip tezahüratı şarkıya dönüştürecek, açık ve kapalı tribün karşılıklı olarak "14 senelik bu çile... Bitsin artık bu sene... Sen şampiyon olacaksın... Seni sevmeyen ölsün..." diye yırtınacaktı...
Ve Galatasaray şampiyon olup hasrete son verecekti... Şampiyonluk kutlamalarında sevgili başkanımız Ali Tanrıyar da tv ekranlarına bu şarkının son mısrasını söyleyince yer yerinden oynayacaktı...
"Nedenmiş efendim, Galatasaray'ı sevmeyen ölsünmüş..."
- Yahu bunu tribünler aylardır söylüyor.
- Yok efendim, onlar söyler, koskaca başkan söyleyemez...
- E peki özür, Galatasaray'ı sevmeyen de yaşasın...
- Yook olmaz... Nasıl bir başkan böyle söyler?
- Hadi lan ordan!
Sırada doksanlı seneler vardır... Üst paragrafta bu lafları kınayanlar bir başkanlarının Kocaeli Belediye Başkanı ve Kocaelispor Kulübü Başkanına maç esnasında söylediği, "Bu maç için kaç para aldınız?" cümlesini hiç duymayacaklardı bile.
90'lı yılların ortalarına doğru "Yükselen Milliyetçilik" değerleri tribünlerde de boy göstermeye başlamıştı. Özellikle Galatasaray'ın üstüste aldığı Avrupa başarıları, sarı-kırmızılı tribünlerde Ay-Yılsdızlı ,Üç Hilalli ve Bozkurtlu bayrakların bol miktarda dalgalanmasına yol açıyordu...
(Bu durumu Milliyetçi Hareket Partisinin bilinçli ve örgütlü bir şekilde planladığı tarzında düşünceler hatta iddialar vardı, ama biz tribündekiler bunun kesinlikle böyle olmadığını iyi biliyorduk. Bu tamamen kendiliğinden ortaya çıkmış ve insanların münrferit hareketlerinden oluşan bir durumdu...)
Tribünler, "Avrupa Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türklerin ayak sesleri" diye bağırıyordu... Ardından da İngilizce tezahüratlar yapıyorlardı. Bu durum da bazılarınca tezat olarak görüldü, ama aşagı satırlarda okuyacaklarınız gayet doğaldı onlar için:
Galatasaray Avrupa maçlarında bol bol başarı sağlıyordu ama bu bazılarına batmaya başlamıştı.Daha birkaç sene önce tek tük alınan Avrupa başarılarında kol kola gezen taraftarlar birbirine düşmüştü,düşürülmüştü. Hele Fenerbahçe tribünleri (ki o zamanlar Güven Sazak gibi milliyetçi-maneviyatçı bir başkana sahip oldukları halde) statlarına "İngiliz bayrağı" asıyor, "Barcelona seni seviyoruz.." vs. tarzında pankartlar taşıyorlardı. Ama yine de milliyetçi söylemleri elden bırakmıyorlardı! Örneğin Vatanı, Kurtuluş Savaşında Fenerbehçelilerin kurtarmış olduğu ve Atatürk' ün Fenerbahçeli olduğu gibi...(Acaba UluÖnder yaşasa ve yıllarca mücedele ettiği İngilzlerin bayrağını o tribünlerde görse ne yapardı..? )
TEZAHÜRATA DEVAM
1905'te doğdu aşkımız...
Her tribünün kendine özgü tezahürat biçimleri var muhakkak, ama bunun yeterli olduğunu söyleyemeyiz doğrusu. Çünkü, birisi bir güfte yapar, hemen X bir takımın maçında bunu kendilerine uyarlanmış bir şekilde söylediklerini duyarsınız...
Halbuki her takımın taraftarı yaratıcılık güçlerini kullanarak, sadece ve sadece kendilerini ilgilendiren şarkılar söyleyebilirlerdi.Örneğin, 1998-99 sezonunda Galatasaray tribünlerinin söylediği:
"Kalplerde yıldız gönüllerde ay... Şampiyonsun Galatasaray..."
Veya:
"Yıl 1905'te doğdu aşkımız... Sarı-Kırmızı akar bizim kanımız... Cimbombom feda olsun sana canımız...Ölene kadar hep senin yanındayız..." gibi.
Ama bizde en iyi ihtimalle bu tip şarkılar, hemen küfürlü bir şekle dönüştürülerek rakip alçaltılmaya çalışılır.
Şimdi burada bunları yazmaya kalksam, herhalde 500 sayfa daha ilave etmem gerekir ama bu türün müptezel örneklerinden birkaçını sıralamamak da doğru olmayacak:
"Ayva çiçek açmış yazmı gelecek..? X ,Y' yi de burda s.kecek..."
"Oynatmaya az kaldı...X 'im nerde..? Koyamazsam o g.te...Çıldıracağım..."
***
70'li senelerin sonuydu... Bir gün Amigo Varol ağabeyimiz tribüne çıktığında (kendisi Bestekar Varol diye de anılırdı. Aslında Güftekar demek daha doğru olurdu ama nedense tribünde zamanın ,revaçta şarkılarının üzerine söz yazanlara 'bestekar' deniliyordu) bizlere söyle sesleniyordu:
"Arkadaşlar, yeni bir beste yaptım. Bakalım, beğenecek misiniz?"
Bir alkış tufanı kopmuştu. Ardından Varol ağabey bestesini ! okumaya başlamıştı...
"Cimbombom'sun sen, bizim canımız... Sarı-Kırmızı akar kanımız...
Seviyoruz seni canı gönülden... Cimbombom'sun sen bizim canımız..."
Sonradan buna şöyle de bir ek yapılmıştı:
"Kaleleri sen gollerle doldur... Bizim kuşkumuz herzaman boştur...
Seviyoruz seni canı canı gönülden... Cimbombom'sun sen bizim canİmİz..."
Bir de Yunanistan'la yaptığımız basket maçı vardı ki, Allaaahhh, savaş gibi! 80'lerin başı... Tezahürat şu ;
"Kurtuluş Savaşında...Ondan sonra Kıbrıs'ta...
Şimdi de bu sahada... Koyacağız Yunan'a..."
Maçı galip bitirdikten sonra da;
"Kurtulu Savaşında... Ondan sonra Kıbrıs'ta...
Şimdi de bu sahada.... Koyduk İ.ne Yunan'a..."
Artık eskiler mi daha güzeldi? Yoksa şimdi pop şarkıları ağırlıklı olanlar mı daha güzel..? Orasını bizden sonra gelecek kuşaklar belirleyecek. Çünkü biz iki arada bir derede kaldık...