PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Sami Selçuk: Herkes susmalı!


kelebek35
07-28-2008, 09:59
Onursal Yargıtay Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'ya konuştu.

“Herkes konuşuyor. ‘İddianame boş lakırdılardan ibaret’ diyenler de var, ’Bu dava demokrasinin önünü açacak, ciddi’ diyenler de... İki tarafın da bunları söyleme hakkı yok. Her gün yorumlar yapılıyor, yargıçların yerine geçilerek aklanma ya da mahkumiyet hükümleri kuruluyor. Onca değerlendirmenin yapıldığı bir yerde adalet kirletilir, yargının verdiği karar kuşkulu hale gelir” diyor Prof. Sami Selçuk... İşte bu yüzden Ergenekon davasında adli yanılgı olma ihtimalini yüksek görüyor. Ve yanılgı olmaması için herkesin susması gerektiği uyarısını yapıyor...

Her zaman ilginç açıklamaları oldu. Yargıtay Başkanlığı yaptığı dönemde de, sonrasında da... Gerek Türkiye siyasetini belirleyecek Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına ilişkin yorumlarında, gerekse Yargıtay’da görülen davalarda... Ama

her zaman bir şeye dikkat etti. Asla yargı süreci devam ederken konuşmadı.

‘Üç gündür kahroluyorum’

“İddianameyle kesin hükümler kuramazsınız. İddialar çürütülmek için vardır. Ancak üç gündür Ergenekon iddianamesinin basında değerlendirilmesinden çok rahatsızım. Mahkemenin yerine geçerek hükümlülük kararı verilmişçesine yansıtılan görüşlerden çok kaygılıyım. İnsanların ak camda aynı görüntülerinin onurları pahasına sıklıkla gösterilmesine başkaldırıyorum. Ama elimden bir şey gelmiyor. Suçsuzluk karinesi, yargı bağımsızlığı, adil yargılanma, erkler ayrılığı ilkelerinin ve de Türk Ceza ve Basın yasalarının hoyratça çiğnenmesinden ötürü kahroluyorum” diye başlıyor sözlerine... Yargısal sürecin tüm kurallarının ayaklar altına alınması kahrediyor onu... Çünkü Prof. Dr. Sami Selçuk, 1959’dan bu yana yargının içinde ve yargı sürecine müdahale edilmesinin doğuracağı vahim hataları çok iyi biliyor...

Onursal Yargıtay Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyesi olan Prof. Selçuk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra Ankara’da yargıç adayı olarak mesleğe başladı. Sırasıyla Sütçüler, Akşehir, Yenice’de savcılık yaptı. 1972’de Yargıtay Cumhuriyet Savcısı oldu. 1982’de Yargıtay Üyeliği’ne, 1990’da 4. Ceza Dairesi Başkanlığı’na, 1999’da Yargıtay Başkanlığı’na seçildi. Bu arada akademik kariyerine de devam etti. 2006’da profesörlük unvanını aldı. Pek çok araştırmaya imza atan Selçuk, özellikle demokrasi ve hukuk üzerine çalışmalarıyla dikkat çekti. ’Zorba Devletten Hukunun Üstünlüğüne’, ’Özlenen Demokratik Türkiye’, ’Türkiye’nin Demokratik Dönüşümü’ ve ’Bağımsız Yargı’ kitaplarından sadece birkaçı. Adlarından da Selçuk’un yargıyla devlet arasındaki ilişkilere bakışı zaten ortaya çıkıyor.

Yargı, yürütme ve yasamanın birbirine girdiği bugünlerde, özellikle Sami Selçuk ile konuşmayı tercih etmemizin sebebi işte bu... Bu toz duman altında gerçek yargı bağımsızlığı ve demokrasinin yerleşik olduğu bir Türkiye özlemi içinde, Ergenekon davasını masaya yatırdık. Engebeli, sorunlu ve tarafgir bir kamplaşmadan nasıl çıkılabileceğini arayarak...

'Ergenekon’un sonu Dreyfus davasına benzemez umarım!'

Ergenekon davası nasıl sonuçlanır?

Ergenekon davasını ben Dreyfus davasına benzetiyorum. Çünkü bu davada olduğu gibi, Dreyfus davasında da toplum ikiye ayrılmıştı: ’Dreyfus yandaşları’ ve ’Dreyfus karşıtları’ diye. Katolikler ve milliyetçiler Dreyfus’e karşıydılar, cumhuriyetçiler Dreyfus’ün yanındaydılar. 1890’lı yılların Fransa’sında da bugün bizdeki gibi, susmak gerekirken herkes konuşuyordu. Bizde de ’Ergenekon davasında iddianame boş lakırdılardan ibaret’ diyenler de var, ’Demokrasinin önünü açacak, ciddi’ diyenler de... İki tarafın da bunları söyleme hakkına sahip olduğunu düşünmüyorum.

Fransızlar damdan düştü ama biz ders almadık

Neden?

Çünkü, uygar ve hukuk bilincine sahip bir toplum, yargının önüne gelmiş olan bir davada yorumlar yapılmasına izin vermez. Dreyfus davasında bu yapıldı. Mahkeme, Katoliklerin ve milliyetçilerin dediği doğrultuda karar verdi. Ama 12 yıl sonra, Dreyfus’ün suçsuz olduğu saptandı, yargı kararıyla... Fransa’yı onlarca yıl uğraştıran, anılarına bu dava ile başlayan De Gaulle’e, ’Biz bu dava ile yetiştik ve ondan ders aldık’ dedirten Dreyfus davasının kanımca üç önemli sonucu olmuştur. Birincisi, yargının önüne gelmiş konularda davaya karşı olmanın ya da ondan yana olmanın yargı bağımsızlığını örselediği, ikincisi adalete katkısı olanların ödüllendirilmesi, ki bu yüzden yıllarca sonra Zola’nın naaşı Panthèon’na taşınmıştır, üçüncüsü de Dreyfus’ü mahkum edenlerle toplumun hesaplaşmasıdır. Benzer bir olay Amerika’da da yaşandı. 1940’lı yıllar, Amarikalılar için McCarthycilik ya da Kızıl Panik yıllarıdır. İki bilim insanı, Rosenbergler düşüncelerinden dolayı 1953’te elektirikli sandalyede can verdiler. Adalet tarihinin yüz karası bir davadır bu. Evet, artık Fransızlar yargının önüne gelen bir davada görüş belirtmemekte duyarlılar. Çünkü Dreyfus davasından canları yandı. Damdan düştüler. Ama biz ders almadık. Tarih tekerrür ediyor. Ergenekon davasında da böyle oluyor. Yazılı ve görsel basında her gün yorumlar yapılıyor, yargıçların yerine geçilerek aklanma ya da mahkumiyet hükümleri kuruluyor. Hukukun temel ilkeleri çiğneniyor. Suçsuzluk karinesi, yani ’suçluluğu kesinleşinceye dek her insan suçsuzdur’, bir başka deyişle ’beraat-i zimmet asıldır’ ilkesi çiğneniyor.

Hukukta ‘kamuoyu’ diye bir kanıt kaynağı yoktur

Yani Ergenekon davasının tüm sanıkları kesin karar verilene kadar suçsuz?

Hükümlülük kararı verilmediği sürece evet. Aklanabilirler de, hüküm de giyebilirler. Susup bekleyeceğiz sabırla... Çiğnenen ikinci ilke yargı bağımsızlığı ve yargının yansızlığı ilkesi.

Neden çiğnendi?

Çünkü yargı bağımsızlığı yansızlık içindir. Onca değerlendirmenin yapıldığı bir yerde adalet kirletilir, yargının verdiği karar kuşkulu hale gelir. Hukukta kamuoyu diye bir kanıt ya da kanıt kaynağı yoktur. Olamaz da... Çünkü dosyayı incelemek bile yetmez. Tarafları, tanıkları dinlemeden, onlarla yüzyüze gelmeden, vicdani kanı oluşmaz. Yargıçların yerine geçerek, onların yetkilerini gasp ederek hükümler kurulamaz. Kimi siyasetçiler ’Ben onların avukatıyım’, kimileri de ’Ben savcısıyım’ derse böyle bir adaletin sağ esen karar vermesi olanaklı mı? Bunlar yanlış demeçlerdir... Yargıçlar da insan. Onları etkilememeye özen göstermeliyiz. Dreyfus ve Rosenbergler davaları ortada. Hukuk bilinci olan bir toplumda herkesin bu konuda yargıya yardımcı olması ve susması gerekir. Ben bunu üç adli yıl açılış konuşmamda da söyledim. ’Yargının önüne gelen konularda kimse görüş bildirmesin, yorum yapmasın’ dedim. Ama bırakın sokaktaki insanı, siyasetçiyi, benim konuşmamı dinleyen meslektaşlarım bile yapıyor bunu... Bir başka husus da insanların onurları. Açık yargılamaya gelmeden önce insanların kimliklerinin tartışılması çirkin. Çünkü açık yargılamanın önüne gelmek zaten insanların onurlarından bir parça götürür. Bu bakımdan dünyanın her tarafında ilk soruşturma gizlidir. Gizli olmanın ötesinde, birçok ülkede bir kişinin hakkında dava açılmışsa buna karşı temyiz yolu vardır. Bizde o hak yok. Biz bu konularda çok duyarlı değiliz. Üstüne üstlük daha açık duruşma, yargılama başlamadan önce sanıkların kimlikleriyle ilgileniyoruz, demediğimizi bırakmıyoruz.

Suç dediğiniz şey bir eşiğin atlanmasından ibarettir

Dikkat edilmesi gereken başka noktalar var mı?

Var. Yasaların çiğnenmesi. Türk Ceza Yasasının 277, 285 ve 288. ve Basın Yasası’nın 19. maddeleri. Kimsenin de sesi çıkmıyor. Bu da beni çok şaşırtıyor. Gizli bilgileri yayınlamak, yargıçları ve yargıyı etkilemek suçtur. Toplumumuzda cemaatçi bir yaklaşım var. Ergenekon davasında da Türkiye adeta iki cemaate bölündü. Birbirlerine adeta meydan okuyorlar. Kapatma davasını destekleyenler Ergenekon’a karşı çıkıyor, Ergenekon’u destekleyenler, kapatma davasına... Bu, cemaatçi bir kültürün ürünüdür. Yani bizden olanlar, bizim çocuklar hep doğru yaparlar, suç işlemezler anlayışı. Geçmişte de bunlar yaşandı. Sözgelimi, ’Sağcılar adam öldürmez’ dendi. Böyle bir şey olamaz. Herkes suç işleyebilir. Suç dediğiniz olay, bir eşiğin atlanmasından ibarettir. Atladınız mı suçlular dünyasına girersiniz. Kimse önceden, ’Bunlar suç işler ya da işlemez’ biçiminde önyargıyla konuya yaklaşmamalı. Özetle, yargının önüne gelen konularda hiç kimse yorum yapmamalı, görüş bildirmemeli. Televizyon kanalları sürekli beni arayıp bağlanıyorlar. Hepsine bunları söyledim. Ama benden sonrakiler sürdürdüler görüşlerini bildirmeye. Bu çok acı bir durum. Türkiye’de hukuk bilincinin henüz oluşmadığını gösteriyor. Hiçbir gelişmiş ülkede davalar öncesi böyle bir tartışma olamaz.

Kapatma davasında da Ergenekon’da da sürekli şunu söylüyorum yargıyı rahat bırakın. Yargının dingin karar verebilmesi için, soğukkanlı hukuku soğukkanlı uygulayabilmesi için yorumlar yapmayın, görüşler bildirmeyin. Sadece olayların akışını yorumsuz olarak kamuoyuna aktarın. Yargılamaya, adalete katkıda bulunmak istiyorsanız, bu kurallara özen gösterin. Ama herkes yazıyor, konuşuyor, kanıtları değerlendiriyor. ’Dağ fare doğurdu’ diyenler, ’Hayır doğurmadı, kanıtlar çok güçlü’ diyenler var. Hatta hüküm kuranlar var: Şu olay belli oldu, saptandı, anlaşıldı gibilerden. Kimse mahkemeye bir şey bırakmıyor. Şaşkınlık ve dehşet içindeyim. Bir olayın saptanıp saptanamayacağı iddianamelerin açıklanmasıyla belli olmaz. İddianamedeki kanıtların açık yargılamada diyalektik kurallara göre tartışılmasından sonra belli olur. Duruşmada dinlenen tarafların iddia ve savunmaları, belgelerin tartışılması, tanıkların yüz yüze dinlenmeleri sonucunda oluşacaktır vicdani kanı. Bu vicdani kanı bir gereklik yargısıdır. Onu örselememek için özenli olmak zorundayız.

YARIN

Kapatma davasında yapılan hukuki hatalar...
vatan