PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : 1500'lerdeİngiltere...


alfonzo28
05-20-2008, 13:47
Bir dahaki sefer ellerinizi yıkarken suyun sıcaklığı
tam istediğiniz gibi değilse eskiden İngiltere’de bu
işlerin nasıl yapıldığını düşünün.

1500´lerde İngilterede işler şöyle yapılıyordu:

İnsanların çoğu Haziranda evleniyordu Çünkü
senelik banyolarını Mayıs ayında yapıyorlar,
Haziranda hala çok kötü kokmuyorlardı. Ama
yine de kokmaya başladıkları için gelinler
vücutlarından çıkan kokuyu bastırmak amacıyla
ellerinde bir buket çiçek taşıyordu.

Banyolar içi sıcak suyla doldurulmuş büyük bir
fıçıdan meydana geliyordu. Evin erkeği temiz suyla
yıkanma imtiyazına sahipti. Ondan sonra oğulları ve
diğer erkekler, daha sonra kadınlar, sonra çocuklar
ve en son olarak da bebekler aynı suda yıkanıyordu.
Bu esnada su o kadar kirli hale geliyordu ki içinde
gerçekten bir şeyleri kaybetmek mümkündü.

Ingilizcedeki banyo suyuyla birlikte bebeği de atmayın?
(Don´t throw the baby out with the bath water)
deyimi buradan gelmektedir.

Evlerin çatıları üst üste yığılmış kamıştan yapılıyor,
kamışların altında tahta bulunmuyordu. Burası
hayvanların ısınabilecekleri tek yer olduğu için
bütün kediler, köpekler ve diğer küçükhayvanlar
(fareler, böcekler) çatıda yaşıyordu.Yağmur
yağdığı zaman çatı kayganlaşıyor ve bazen
hayvanlar kayarak çatıdan aşağı düşüyordu.

İngilizcedeki kedi-köpek yağıyor
(It´s raining cats and dogs) deyimi buradan gelmektedir.

Yukarıdan evin içine düşen şeyleri engelleyecek hiçbir şey
yoktu. Böceklerin ve buna benzer nesnelerin yatakların içine
düşmesi büyük bir sıkıntı oluşturuyordu. Etrafında yüksek
direkler ve üstünde örtü bulunan

İngiliz usulü yataklar buradan gelmektedir.

Zemin topraktı. Sadece zenginlerin zemini topraktan
başka bir şeyden yapılmıştı. Toprak kadar fakir (dirt
poor) tabiri buradan çıkmıştır. Zenginlerin ahşaptan
yapılmış zeminleri vardı. Bunlar kışın ıslandığı zaman
kayganlaşıyordu. Bunu önlemek için yere saman (thresh)
seriyorlardı. Kış boyunca saman sermeye devam ediliyordu.
Bir zaman geliyordu ki kapı açılınca saman dışarıya
taşıyordu.Buna mani olmak üzere kapının altına bir tahta
parçası konuyordu ki bunun adı
"thresh hold" (saman tutan; Türkçesi "eşik") idi.

Yemek pişirme işlemi her zaman ateşin üzerine asılı
durumdaki büyük bir kazanın içinde yapılıyordu. Her gün
ateş yakılıyor ve kazana bir şeyler ilave ediliyordu. Çoğu
zaman sebze yeniyor,et pek bulunmuyordu. Akşam yahni
yenirse artıklar kazanda bırakılıyor, gece boyunca soğuyan
yemek ertesi gün tekrar ısıtılarak yenmeye devam ediliyordu.
Bazen bu yahni çok uzun süre kazanda kalıyordu.

Bezelye lapası sıcak, bezelye lapası soğuk,
kazandaki bezelye lapası dokuz günlük
(peas porridge hot, peas porridge cold,
peas porridge in the pot nine days old) tekerlemesinin menşei budur.

Bazen domuz eti buluyorlar o aman çok seviniyorlardı. Eve
ziyaretçi gelirse domuz etlerini asarak onlara gösteriş
yapıyorlardı. Birisinin eve domuz eti getirmesi zenginlik
işaretiydi. Bu etten küçük bir parça keserek misafirleriyle
oturup paylaşıyorlardı.

Buna yağ çiğnemek (chew the fat) adı veriliyordu.

Parası olanlar kalay-kurşun alaşımından yapılmış tabaklar
alabiliyordu. Asidi yüksek olan yiyecekler kurşunu çözerek
yemeğe karışmasına sebep oluyor, böylece gıda zehirlenmelerine
ve ölüme yol açıyordu. Domatesler buna sık sık sebep olduğu
için bunda sonraki yaklaşık 400 yıl boyunca domateslerin
zehirli olduğu düşünülmüştü. Çoğu insanın kalay-kurşun
alaşımından yapılmış tabakları yoktu. Onun yerine tahta
tabaklar kullanıyorlardı. Çoğu zaman bu tabaklar bayat
ekmekten yapılıyordu. Ekmekler o kadar bayat ve sertti ki
uzun zaman kullanılabiliyordu. Bunlar hiçbir zaman yıkanmadığı
için içinde kurtlar ve küfler oluşuyordu.

Kurtlu ve küflü tabaklardan yemek yiyen insanların
ağızlarında "tabak ağzı"(trench mouth) denen
hastalık ortaya çıkıyordu.

Ekmek itibara göre bölüşülüyordu. İşçiler yanık olan
alt kabuğu, aile orta kısmı, misafirler de üst kabuğu
alırdı. Bira ve viski içmek için kurşun kadehler
kullanılıyordu.Bu bileşim insanları bazen birkaç
gün şuursuz vaziyette tutabiliyordu.Yoldan geçen
insanlar bunların öldüğünü sanıp defnetmek için
hazırlık yapıyordu.

Bunlar birkaç gün süreyle mutfak
masasının üstüne yatırılıyor¸ aile etrafına toplanıp
yiyip-içerek uyanıp uyanmayacağına bakıyordu.
Buna "uyanma" nöbeti deniyordu.

Ingiltere eski ve küçük bir yerdi, insanlar ölülerini
gömecek yer bulamamaya başlamıştı. Bunun için mezarları
kazıp tabutları çıkarıyor, kemikleri bir "kemik evi"ne
götürüyor ve mezarı yeniden kullanıyorlardı.

Tabutlar açıldığında her 25 tabutun birinde iç
tarafta kazıntı izleri olduğu görüldü. Böylece
insanların diri diri gömüldüğü ortaya çıktı.

Buna çözüm olarak cesetlerin bileklerine bir ip
bağlayıp bu ipi tabuttan dışarıya taşıyarak bir
çana bağladılar.Bir kişi bütün gece boyu mezarlıkta
oturup zili dinlerdi. Buna mezarlık nöbeti
"graveyard shift" denirdi.

Bazıları zil sayesinde kurtulur ("saved by the bell")
bazıları da "ölü zilci" (dead ringer) olurdu.